Saraçhane Manevraları
–dört bölümlük dizinin üçüncü yazısı–
Ekim 2022’deki toplantı, altı siyasi partinin sosyal medya hesaplarından “Biz Kazanacağız” etiketli paylaşımların akabinde gerçekleşti.
Kılıçdaroğlu’na dair doğal adaylık kurguları, İYİ Parti ile CHP arasında adaylık hususunda ortaya çıkan ve Altılı Masa’nın “noter masası” olup olmadığında somutlaşan tartışmaların üstü, ortak paylaşımlarla örtülmek isteniyor gibiydi.
Toplantı sonrasında yapılan ortak açıklamada daha günler öncesinde “noter masası” olup olmadığı şüphe doğuran Altılı Masa’nın çoğulcu, demokratik bir Türkiye’nin inşası için yola çıkmış, “siyasi tarihimizin ender görülen iş birliği” şeklinde tanımlanıyordu.
Yaşanan kırılmalar Altılı Masa’nın “benzersizliği”ne dair söylemlerle göz ardı edilmeyi sürdürüyordu.
İşin ilginç yanı, çoğulculuğu kurucu erdemi olarak kurgulayan Altılı Masa, CHP tarafından en büyük üyesinin beklentilerini karşılamadığı takdirde dağılacak ve eşsizliği ölçüsünde demokratik değerlerini de yitirecek bir toplantı silsilesi olarak görülüyordu.
İYİ Parti’nin BTP Hamlesi
Söylemsel olarak kararlılıkla sürdürülen bir iş birliği iddiasında olan Altılı Masa pratikte topluma, özellikle adaylık kriterleri çerçevesinde gelişen tartışmalarla içsel bir krizin pençesinde olduğu imajını veriyordu.
Söylem ve eylem arasındaki bu tutarsızlık seçmen bilincinde, özellikle de uzun bir aradan sonra kararsızların ciddi bir oranı oluşturduğu bir seçim sürecinde, güvensizlik üretiyordu.
Açıkçası seçimlerin sonrasında sıkça dile getirilen ve eşit olmayan şartlarda yarışın nedeni olarak sunulan iktidar partisinin medya gücü -biraz da bu tutarsızlık neticesinde- olduğundan daha etkili bir enstrümana dönüşmüştür.
Kaldı ki “çoğulculuk” söylemi ile pratikte şekillenen ve Masa’nın, birinci üyesinin beklentilerine uygun şekilde hareket etmesi gerektiğine vurgu yapan “çoğunlukçuluk” eğilimi arasındaki çatışma, Altılı Masa’yı TV’yi açık bıraktıran ve sohbet arasında parça parça izlenen, repliklerindeki absürtlüğün de bu sebeple rahatsız edici olmaktan çıktığı dramalara çeviriyordu.
Çoğulculuk iddiasının çoğunlukçuluk eğilimine kurban edildiğinin en önemli göstergelerinden biri BTP’nin Altılı Masa’ya katılım talebini kamuoyu ile paylaşması ve sonrasında yaşanan gelişmelerdir.
BTP iddialıydı; çağrılarının Altılı Masa tarafından reddedilmesi durumunda toplumsal rahatsızlık oluşacağını belirtiyordu.
Fakat kasım ayındaki toplantı öncesinde Altılı Masa’nın İYİ Parti dışındaki bileşenlerinden BTP’yi hayal kırıklığına uğratacak açıklamalar geliyordu.
Daha önce olası Kılıçdaroğlu adaylığını destekleyeceğini beyan eden Demokrat Parti, BTP’nin katılımında İYİ Parti’nin emrivakisini görürken DEVA Partisi, olası bir katılım için oybirliği gerektiğinin altını çiziyordu.
Saadet Partisi ise BTP’nin talebine ilke perspektifinden yaklaşıyor, katılacak partilerden önce genişleme yönünde bir kararın alınması gerektiğini belirtiyordu.
İYİ Parti’den ise BTP’nin katılımından mutluluk duyulacağı şeklinde bir açıklama gelirken CHP’den gelen mesajlar katılıma sıcak bakıldığı şeklindeydi.
Netice ise “çalışmalarda gelinen nokta itibarıyla” katılımın reddedilmesi oldu. Kimi muhalif gazetecilerce “toplumda karşılığı olmayan BTP’nin” katılımının reddedilmesi yerinde bir karardı.
Bu yaklaşım, iki üyesi -Gelecek ve DEVA partileri- henüz seçime girmemiş ve dolayısıyla sınanmamış bir mekanizma için ne kadar doğru, tartışılır.
Bununla birlikte BTP’nin katılımını İYİ Parti’nin, Altılı Masa içinde CHP lehine gelişen çoğunlukçu eğilime yönelik bir hamlesi olarak okumak da mümkün.
Dolayısıyla BTP’nin katılımı hem adaylık tartışmalarına bir denge getirebilir hem de çoğunlukçu yaklaşımı belirli bir derece muhafaza edebilirdi.
Saraçhane Manevraları
İmamoğlu’na dair yargı kararının açıklandığı güne gitmeden önce şu hususu hatırlamakta fayda var: CHP lideri Kılıçdaroğlu, seçim süreci boyunca tutarlı bir şekilde İstanbul ve Ankara belediye başkanlarının görevlerinde kalacağını dile getirdi.
Dolayısıyla İmamoğlu, Kılıçdaroğlu açısından son kertede CHP’nin belediye başkanından ibaretti.
Nitekim İmamoğlu isminin cumhurbaşkanlığı adaylığı için geçtiği anda bunun CHP’nin “iç işleri” olduğunu belirten açıklamalar da bunun göstergesidir.
Kılıçdaroğlu’nun kararın açıklanacağı gün yurt dışı ziyaretinde bulunmasını bu bağlamda ele almak gerekir. CHP lideri kendi isminin önünde bir CHP’li figürü duymak ve görmek istemiyordu.
Saraçhane manevraları bu anlamda adaylık tartışmalarına ilişkin “popülerlik mi”, “kapsayıcılık mı” tartışmaların belirleyici bir uğrağını ifade ediyor.
Bunu Kılıçdaroğlu ve Akşener’in İmamoğlu’na destek açıklamalarının içeriğinde görmek mümkün.
Akşener için İmamoğlu, 85 milyonun umuduyken Kılıçdaroğlu için 16 milyon İstanbullunun iradesini temsil ediyordu.
Muhalif kamuoyu ise İmamoğlu’na dair yargı kararının “siyasette hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı” bir dönemin habercisi olduğunu belirtiyor, Akşener’in liderlik rolü gösterdiği ya da Kılıçdaroğlu’ndan rol çaldığı gibi analizlerde bulunuyor ve Altılı Masa’nın son kertede bu krizi fırsata çevirmesi gerektiği yönünde tartışmalara sahne oluyordu.
Kamuoyundaki bu hava elbette, uzun süredir “kendi Erdoğan’ını” arayan ve adaylık kararını beklemekten bıkkın muhalefetin aceleci yaklaşımın kanıtından fazlası değildi.
Birincisi, İmamoğlu’na Erdoğan yazgısı biçen analizler ne 21 yıllık iktidarı ne bu sürecin sosyolojiye etkilerini göz önünde bulunduruyordu. Keza Erdoğan’ı politik bir yıldız haline getiren yargı kararı verildiğinde siyasi istikrarsızlık Türk siyasetinin omurgası durumundaydı ve geleceğin başbakanı, cumhurbaşkanı olan ismin karşısında 21 yıllık bir iktidar yoktu.
İkincisi, İmamoğlu’nun CHP teşkilatlarının desteği olmadan bir şey yapabilmesi, sadece Kılıçdaroğlu’nun adaylığını isteyen kesimlerin argümanı olması sebebiyle değil, nesnel olarak da mümkün değildi. Bu bakımdan Pınarhisar’ın öncesi ve sonrasında Erdoğan’a eşlik eden siyasi kadrolar İmamoğlu için söz konusu değildi.
Akşener, açıklamaları ve izlediği manevrayla bu açığı kapatmak istese de ne İmamoğlu kararı bir dönüm noktası oldu ne de CHP’nin İYİ Parti ile kurduğu asimetrik ilişkide bir değişim yaşandı.
Çünkü İmamoğlu’nun olası cumhurbaşkanlığı adaylığı Masa’daki partileri, özellikle de CHP ile İYİ Parti’yi eşit kılacak bir siyasi karar olacaktı.
Fakat 2022’nin son ayındaki gelişmeler İYİ Parti için Altılı Masa’nın nesnel olarak bir anlamı kalmadığını gösteriyordu.
Bir kere CHP, o dönem “demokratik tasarruf” olarak adlandırdığı 2018’deki 15 milletvekili geçişi ile İYİ Parti’yi kendine borçlu addediyordu.
İYİ Parti’nin, o borcu 2019 yerel seçimlerinde ödediği şeklindeki beyanatlarının bu yaklaşıma herhangi bir tesiri de yoktu.
İkincisi, adaylık tartışmalarına dair İYİ Parti’den gelen açıklamalar istifa gibi bir bedelle sonuçlanırken CHP’den gelen Kılıçdaroğlu lehine gerçekleşen ve Altılı Masa’yı da bu şekilde kodlayan beyanatlar Akşener’in de aylar sonra hatırlattığı gibi çoğu kez tekzip bile edilmiyordu.
Neticede hem BTP hamlesi hem de İmamoğlu’nu “özne” kılmaya çalışan Saraçhane manevraları CHP’nin Altılı Masa ve İYİ Parti’yle kurduğu asimetrik ilişkiyi kıramadı.
Nitekim aralık ayı sonunda Akşener, Saraçhane’de bütünleşmenin sağlanamadığından söz edecekti:
“Ekrem İmamoğlu oranın öznesiydi. Ancak özne kalmadı. Sahiplenmemek kabahat olacakken sahiplenmek kabahat oldu. Bütünleşmeyi sağlayamadık.”
İmamoğlu’na dair yargı kararı, Altılı Masa açısından kapıldığı heyecansızlık ve tekdüzeliği atmak için bir fırsat olabilirdi.
Bunun neden başarılamadığının yanıtı aslında yukarıdaki gelişmelerin bütünüdür.
Fakat tek bir yanıt gerekirse onu, şu şekilde formüle etmek mümkün:
- CHP, başta İYİ Parti olmak üzere Altılı Masa ile kurduğu asimetrik ilişkiyi kıran herhangi bir girişime her daim karşıydı.
- İmamoğlu, siyasal kariyeri gereği “özne” olma kudretinden yoksundu.
*Yazılar yazarın sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.