10:02 am Siyaset

Popülistim, Popülistsiniz, Popülistler: “Abi, Freud İşte…”

AK Parti yıllardır “millî irade” gibi kavramlar üzerinden popülist olmakla itham edildi.

Popülizm tartışmaları AK Parti’yi ve Recep Tayyip Erdoğan’ı tanımlayan ana çerçeve kılındı. Öyle ki, dış politikada bile popülist hareket edildiğine dair analizlere rastlayabilirsiniz.

Dünyada sağ popülist iktidarların yükselişte olması da Erdoğan’ın ezici zaferlerinin tarihsel bir momentin uğrağı olarak görülmesinin kanıtına dönüştü.

Takdir edersiniz ki bazı süreçleri, özellikle de içinde bulunduğumuz anları tanımlayan politik ve toplumsal akışları yerinde ve soğukkanlı şekilde anlamlandırabilmek için onları hafif karikatür boyutuna doğru bükmeliyiz.

Elbette işin mizahından söz etmiyorum. Çünkü derdimiz olguları alaya almak ya da küçümsemek değil.

Küçümsemek ise anlamanın önündeki en büyük engellerden biridir: Küçümsediğiniz kişileri, olguları, konuları anlayamazsınız.

En fazla dalga geçersiniz ki bu da, Spinoza’nın deyimiyle kavrayış geliştirme hususunda bir zayıflığa tekabül eder.

Tanımlamanın, Pardon, Etiketlemenin Dayanılmaz Kolaylığı

Dünyada ve Türkiye’de her dönemin, sosyal ve siyasal ritimlerin popüler kavramları olur.

Bu kavramlar entelektüel ve akademik üretimin hammaddesine dönüştüğü gibi siyasal ve toplumsal analizlerin anahtar mefhumları haline getirilir.

Yıllar önce, değerli bir hocamın müstakbel tez öğrencilerinin konu önerileri karşısındaki çaresizliğini hatırlıyorum: “Yeter artık, hegemonya yazmayın!”.

Malumunuz, bir aralar AK Parti “hegemonya” kavramının kaçınılmaz öznesine dönüştürülmüştü.

Siyasal analizler de böylesi kavramların heder edildiği satır bolluklarından ibaret hale gelir.

Hani bir bakıma, analizde popülist olmak gibi bir şeydir bu.

Diğer mefhumlar ya da olgular, ana kavramın etrafında ikincil hale getirilir, onun uzantısı kılınır ya da daha kötüsü, o olmadan ele alınamayacak duruma düşürülür.

Ortalık bu moda kavramları tanımlayan küçük, orta ve large boy otoritelerle dolar taşar.

Popülizm kavramı da yazık, ağıza alındığı anda ya faşizmin utangaç ifadesi olarak kurgulanır ya da bizden daha “medeniyetsiz” olanların oyuncak olduğu bir siyasal manevra olarak aşağılanır.

Kısacası popülizm, her analizde az ya da çok bir aşağılamayla, “Keşke olmasaydı, yav! Ama insanlar işte…” kibriyle dillere pelesenk olur.

Analiz mi yapıyoruz, kibrimizi mi besliyoruz, hangisi?

Hadi burada karikatürize etmeden ifade edelim:

Anahtar kavramlara her koşulda sığınmanın kendisinde, kendi körleşmesine yabancılaşan birinin kibrini duymamak mümkün mü?

Bakın bu kibrin diğer, belki biraz daha somut yönü şu:

Size, analizlerinde her daim yanılmış onlarca “büyük isim” sayabilirim. Bu cümleyi okurken sizlerin de aklına bazıları düşmüştür.

Onca yanlış analizlerine rağmen asla ama asla “haksız” olmayan bir kesim var ki hemen her mecrada başa oturtulurlar.

Yanlışlarımızı çok fazla seviyoruz, n’apalım?

Onları cam bir fanusa yerleştiriyoruz, onlar da bizi büyük kavramların dar ufuklarına hapsetmekle ilgileniyorlar.

Hadi Oradan, Popülist Seni!

Alexis de Tocqueville, Amerika’da Demokrasi adlı çalışmasında şuna dikkat çeker:

İngilizlerin boyunduruğundan kurtulmak için Amerikalıların gösterdiği çabaları çok fazla abarttık”.

Kimi kavramları da gereğinden fazla abartıyoruz. Hadi, biraz daha tevazuyla konuşalım: Acaba bazı kavramları abarttığımızı düşünebilir miyiz, artık?

Bu abartının iki boyutundan söz edebilirim:

Bunlardan ilki, ithal bir kavramı Türkiye’nin siyasal kültürüne dayatmak, pardon, sokuşturmak…

ABD’deki siyah-beyaz çatışmasını Türkiye’ye taşımaktan tutun da her toplumsal talebi “Popülist bunlar, yav!” diye küçümsemeye kadar geniş bir skalada sürer bu iş…

Hele o hegemonya kavramı neydi, Allah’ım!

Yeniyetme bir öğrencinin her sohbetine, adını daha yeni duyduğu filozofu sokuşturması gibi: “Freud işte, abi…”

Ama artık Lacan var. Bizim memlekette, Fransa’dan daha fazla Lacancı varsa, şaşırmam.

Abartının diğer boyutu ise körleşme riski…

Hadi biraz ciddileşelim:

Anahtar kavramı anahtar olmaktan çıkaran bir körleşme, bizim büyük isimlerimizin ya da onların gölgeleri olmaya heveslenenlerin kaçamadığı bir şeye dönüştü.

Bu körleşme ise büyük soyutlamalara gebe…

Soyutlamadan kastım ise şu: Bir tane olay çekip çıkarırsınız ve bunu bütün cenaha mal edersiniz.

Bu ikisinin toplamı ise şu ne yazık ki…

Analiz ettikçe kaybediyorsunuz gençler, pardon büyükler…

Analiz ettikçe topluma, gereğinden fazla yabancılaşıyorsunuz ki makul bir analiz için yeter miktarda bir yabancılaşma elzem olmasına rağmen…

Bu da toplumsal talebi anlama konusunda karşı konulmaz bir zayıflık yaratıyor. Kendi kuytularınızda insanları siyasal seçimleri yüzünden suçlama kolaycılığına kaçmayın.

İktidar Olmayı Hak Ediyor musunuz?

Hadi soralım:

AK Parti, sizin soyutlamalarınızla konuşalım, “tüm kötülüklerine rağmen” yirmi beş yıldır iktidarda…

Bu kadar “kötülük” karşısında yirmi beş yıldır bir aşağı bir yukarı oynamak dışında varlık gösteremeyen muhalefet nerede?

Neden insanlar, bu kötülüklerin yanında sizi tercih etmiyor? Bu soruyu kendinize sordunuz mu? “Altılı Masa, masa olduğu için kazanacak, kendine rağmen kazanacak, abi!”

Kazanamayınca…

Bu ülkenin insanı “bunları hak ediyor!”. Peki siz, iktidar olmayı hak edecek ne yaptınız?

İktidar popülist ise siz de olun, ama popülizmi iktidarın kötü kopyasına dönüşmekle karıştırmayın.

Ama zaten karıştırmamalısınız. Popülizmi sağından soluna, aşırısından makulüne araştıran çokça insan var, değil mi?

Sahi, ne işe yarıyordu bu analizler?


*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.

Visited 75 times, 1 visit(s) today

Close