Siyasi iklimimizde, siyasi ve sosyal kutuplaşma her siyasi muhabbetin kutup yıldızına dönüşmüştür. Fakat siyasi muhabbetlerde kutuplaşma olgusu genelde makro siyaset bağlamında ele alınmaktadır. Onun dışında vatandaşın, bu kutuplaşmalardan bihaber, birlik ve beraberlik duygusuyla mahallesinde yaşamını sürdürdüğünü sanmaktayız. Ne de olsa taşrada herkesin birbirine selamı ve sabahı vardır. Herkes birbirinin elini sıkar. Hele görece küçük köy ve mahallerde bütün bir ahalinin sükunet ve kardeşlik ile oturduğu ekranlara yansır. Zaten aynı köy ve mahallede yaşayanlar ya akrabadır ya da komşudur. Buralarda yabancı bulamazsınız. Bölünmüşlük, kutuplaşma ve ayrımcılık büyük siyasetin işidir. Fitne televizyon ekranlarından gelir. Televizyonlar olmazsa bütün mahalle ve köyler bir ütopya içinde yaşamalarını sürdürüp gidecektir.
Oysa Lipset ve Rokkan’ın tarihsel süreçte ortaya çıkan modern/muhafazakar, alt sınıf/üst sınıf, millî/küreselci gibi toplumsal bölünmeleri açıklamak için kullandıkları klivaj kavramı sadece üst siyaset için mi geçerlidir? Veya toplum, millet ya da halk dediğimiz şey gerçekten bir bütün mü?
Toplum içindeki kutuplaşma toplumun icadından beri vardır diyebiliriz. İddiayı biraz daha yumuşatmak gerekirse toplulukların sayıca büyümesi ile kutuplaşmanın da var olduğu söylenebilir. Çünkü insan kalabalık gruplar içinde kendini tehdit altında hissetmektedir. Kalabalık bir toplumsal yapının bir parçası olan daha küçük bir grup içinde yer almak insanı güvende hissettirmektedir. İnsan, toplumla olan ilişkisini yine bu toplumun parçası olan daha küçük bir grup üzerinden daha rahat kurmaktadır. Yani kendi evinin penceresinden mahalleye bakmak gibi düşünülebilir. İşte hizipçilik ve mikro milliyetçiliğin ardındaki nedenlerden biri de budur.
Bugün köyler ve düşük nüfuslu mahallelerde özellikle muhtarlık seçimleri sürecinde köylerin ve mahallelerin hemen kendi tarihsel klivajlarina/kutuplarına ayrıldığı mahallelinin içine geçince kolaylıkla anlaşılır. Bu kutuplar; bazen aileler arası ilişkilere, geçmişten gelen husumetlere, mahallenin coğrafi yapısına, ikincil olarak mezhep, cemaat ve siyasi görüşlerine göre oluşur. Ancak bu kutuplaşmaların en büyük sebebi ise genellikle mahallelinin ve köylünün evlerinin konumuna göre değişmektedir. Mesela konutlar coğrafya nedeniyle bir bütün içinde değilse her mahalle ve köy içinde bile karşı bir köy bulmak mümkün olacaktır. Köylerin kendi içinde köylere, mahallelerin kendi içinde mahallelere ayrılması genellikle ortaklaşılması gereken sorunlar üzerinden ortaya çıkmaktadır. Özellikle belde belediyesi veya muhtarlık seçimlerinde, aynı idari sınır içinde yer alan fakat coğrafi nedenlerle bütünlük göstermeyen mahalle ve köylerde, coğrafya üzerinden ortaya çıkan klivajlar kendilerini bu kez siyasi bağlamda üretir. Sosyoekonomik açıdan birbirine benzeyen, genel seçimlerde aynı partiye oy veren hatta birbirlerinin akrabası olan bu insanlar yerel seçimlerde birbirlerine karşı aman vermez bir mücadele verebilmektedir. Öyle ki yıllarca süren husumetler ortaya çıkabilmektedir.
Biz ve onlar retoriğinin genel seçimlerde daha soyut kaldığı düşünüldüğünde küçük yerleşim yerlerindeki yerel seçim süreçlerinde kullanılan biz ve öteki söylemi doğrudan bireylerin şahsında ve coğrafya üzerinde somutlaşmaktadır. Birbirlerine karşı üstünlük çabası veya daha fazla hizmete erişmek, bütün bunların hepsi sonradan yüklenen sebeplerdir. Bunun sebebi aslında insanlık tarihi kadar eski. Evrimsel süreçte atalarımızın binlerce yıl küçük gruplar içinde yaşadığı bilinmektedir. Bunun da şüphesiz faydaları vardı. Aslında atalarımız küçük gruplar halinde yaşayarak hayatta kalma şanslarını arttırmışlardır. Bu gruplar için yiyecek ve barınma gibi kaynaklara sınırlı erişimin olduğu zamanlarda az nüfus hem kolay organize olma imkanı sunmaktaydı hem de daha az tüketim demekti. Diğer yandan insanlar küçük gruplar içerisinde daha güvende hissederek daha kolay aidiyet duygusu oluşturabilmektedir. Bu avantajlar bir inan grubunu diğerine karşı daha üstün hale getirebilmekteydi.
Bugün on binlerce yıldır küçük gruplar içerisinde yaşayan insanların millet, halk, toplum dediğimiz devasa topluluklar içerisinde kardeşçe yaşamasını bekliyoruz. Tabii ki evrimsel bir bagajla bunun kolay olmadığını bugün sürekli deneyimliyoruz. İnsanlar, bu devasa toplum yaşamına alışabilmek için sürekli hizipler, gruplar, cemaatler, klikler, ağlar; taşrada ise karşı mahaller ve karşı köyler üretmektedir.
Neticede, küçük mahallelerin parçalı yapısı bize büyük siyaset üzerine birkaç şey söylemektedir. Millet veya toplum kavramları insan düşüncesinde bir birlik ve bütünlük algısı oluşturur. Oysa gerçek, bu algıyla pek eşleşemez. Ancak kutuplaşmanın, paradoksal bir biçimde, toplumu var ettiğini de söylemek mümkündür. Şöyle ki farklı kutuplar kendi köylerinin etrafına çit çekmekle yetinemez. Bunun yerine karşı mahalleyi de yönetme arzusuna kapılır. İşte bu siyasetin başladığı yerdir. Başka bir deyişle büyük iktidar için birbirleriyle rekabet eden kutuplar, bu yarışı kabul etmekle ortak bir zeminin varlığını ve ortak değerlerin varlığını kabul etmiş olur. Hatta iktidar için yarışan kutuplar, ortak değerlerin olmadığı yerlerde bu ortak değerleri üretmektedir. Kendi iktidar yarışlarını veya kendi iktidarlarının zeminini meşrulaştırmak için belki olmayan toplum bilincini de var ederler. Yani siyaset, siyasi rekabet toplumu hem var etmek hem de parçalamaktadır. Hatta siyaset olmayan bir şeyi var etmektedir.
*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.