Pazartesi günü iktidar yanlısı sivil toplum örgütlerinin düzenlediği Filistin Mitingi’nde, üniversite öğrencisi bir gencin tevhit bayrağı taşıyan bir adama yumruk atması sonrası büyük bir tartışma başladı.
Yazının başında peşinen şunu söylemeli: Gücünü hukuktan alan bir devlet otoritesini kullanmayan birisinin, fikri ne olursa olsun başka birisine şiddet uygulaması kabul edilebilir değil. Dolayısıyla üniversite öğrencisi gencin yaptığı yanlış.
Ancak bu yanlış, muhafazakar, İslamcı ve liberal görünümlü muhafazakar kesimlerin buradaki başka bir yanlışının üzerini örtmek için kullanıldı. O da İslami-totaliter rejimlerin ve radikal İslami terör örgütlerinin sembollerini taşımanın normalleştirilmesi.
“Hilafet bayrağı” demek yanlış mı?
Öncelikle tartışma şuradan başladı: “Bu hilafet bayrağı değil, tevhit bayrağı”.
Bu argüman doğru olduğundan daha fazla yanlış. Bir yönüyle evet, İslam’da “hilafet bayrağı” diye üzerine uzlaşılmış bir bayrak yok. O şahsın taşıdığı bayrak da üzerinde kelime-i tevhidin yazılı olduğu İslam’ı sembolize eden bir bayrak.
Ancak pratikte bu bayrağı kimlerin kullandığına baktığımızda karşımıza Afganistan ve Suudi Arabistan gibi radikal İslamcılığı devlet ideolojisi haline getirmiş rejimler ve El-Kaide gibi radikal İslamcı terör örgütleri çıkıyor. Ki bu yapıların çoğunun hilafet yanlısı olduklarını biliyoruz.
Ayrıca bayrak gibi semboller belli coğrafya ve zaman dilimlerinde özgül anlamlar kazanmış da olabilirler. O bayrağı Türkiye’de hilafetin kaldırılmasına ve laik hukuk reformlarına karşı çıkan hilafet ve şeriat yanlılarının taşıdığını çok iyi biliyoruz.
Yani, bu teoride olarak bir zorunluluk olmasa da, elinde tevhit bayrağı taşıyan bir kişi radikal İslamcı fikirlere sahip olacağından pratikte hilafete de bakışı pozitif olacaktır. Dolayısıyla, o şahsın elinde taşıdığı bayrağa “hilafet bayrağı” denmesinde bir yanlışlık yok.
Radikal İslamcılık meşru bir hareket mi?
Peki, bu noktada soru; bir kişi elinde radikal İslamcılığı sembolize eden bir bayrak taşıyabilir mi, taşıması doğru mu?
Buradaki ölçümüz elbette demokratik ilkeler. Demokratik ilkelere göre, şiddete başvurmadığı veya nefret suçu işlemediği sürece, sol ya da sağ eğilimli olduğu fark etmeksizin herkes radikal de olsa fikirlerini ifade edebilmeli veya bu fikirlerle bağlantılı sembolleri taşıyabilmeli.
Ancak bunun filozof Karl Popper’ın “hoşgörü paradoksu” adını verdiği çok önemli bir istisnası var. Buna göre, eğer bir siyasi hareket iktidara geldiğinde kendi dışındakilere hoşgörü göstermeyecekse, yani demokratik rejimi ortadan kaldıracaksa, o harekete daha en baştan hoşgörü gösterilemez.
Bu zaten mantığın da bir gereği. Devlet iktidarına sahip olduğunda başka siyasi hareket ve fikirlere izin vermeyecek bir siyasi harekete diğerleri neden müsaade etsin? Demokrasi teorisi üzerine çalışan tüm sosyal bilimcilerin üzerine uzlaştığı husus, demokrasi oyununun oynanabilmesi için rakip siyasi hareketlerin devlet gücünü birbirlerini tasfiye etmek için kullanmamaları gerektiğidir. Yoksa zaten ortada demokrasi diyebileceğimiz bir rejim kalmaz, iş iç savaşın her zaman mümkün olduğu bir güç mücadelesine döner.
Peki, tevhit bayrağının sembolize ettiği radikal İslamcı hareketlerde böyle bir demokratik tolerans var mı?
Elbette yok.
Dünyada tek bir tane dahi radikal İslami bir siyasi hareketin iktidarda olduğu ama aynı zamanda kör topal da olsa demokratik bir rejimin olduğu bir ülke örneği yok. Aksine, tevhit bayrağını ulusal bayrağı olarak kullanan Afganistan ve Suudi Arabistan gibi ülkeler totaliter nitelikler taşıyan dünyadaki en baskıcı rejimlere sahip. İran da aynı şekilde. Tevhit bayrağını ya da onun varyasyonlarını kullanan IŞİD, El-Kaide gibi radikal İslamcı terör örgütlerinin kurmayı hedeflediği rejimlere girmiyorum bile.
Hal böyleyken “ne var canım işte, şiddete başvurmadığı sürece herkes istediğini savunsum, o da İslami totalitarizmi savunsum” demek absürt.
İktidarı tam olarak ele geçirse ilk fırsatta kendisi hariç herkesin siyasi özgürlüklerini kısıtlama potansiyeli taşıyan siyasi hareketlerin taleplerine normal demokratik talepler muamelesi yapılamaz.
Demokratik talebin ilk koşulu başkalarının da aynı demokratik talep hakkına sahip olmasını kabul etmektir. Radikal İslami siyasi hareketlerinse bunu kabul etmeyeceklerine dair elimizde sayısız delil var.
Burada mesele salt İslamcılık da değil. Türkiye’de zaten çok partili siyasal sistem içerisinde Yeniden Refah Partisi’nden Saadet Partisi’ne birçok İslamcı parti var. Burada mesele, onaylamasa dahi başka siyasi hareketlerin de var olabileceğine olan kabullenme ve saygı. Siz dünyadaki tekfirci terör örgütleriyle aynı sembolleri taşıdığınızda bu kabullenme ve saygıya sahip olduğunuza inanmak zor.
Peki, gücü ele geçirirse başkalarına hayat hakkı tanımayacak tek siyasi hareket radikal İslamcılar mı?
Elbette değil. Eğer iktidarı ele geçirirse başka siyasi hareketlere hayat hakkı tanımayacağından eminsek radikal sosyalist ve radikal milliyetçi, yani faşist, siyasi hareketlere de müsaade edilmemesi gerekir.
Ortalama vatandaş bir tehdit değil ama…
Tabii bu noktada, sıradan bir vatandaşın radikal İslamcı terör örgütleri düzeyinde bir tehdit oluşturmadığı haklı olarak söylenebilir. Zaten “demokratik bir rejimde başka siyasal hareketlerin var olma hakkına saygı göstermeyen düşünce ve oluşumların yasaklanması gerektiği” argümanı da esasen örgütlü siyasi hareketler için.
Ancak böyle bile olsa, bu durum bu tür radikal hareketlerin simge ve sembollerini bireysel düzeyde taşımanın doğru olduğu anlamına gelmiyor. Örneğin bir kişi tek başına Nazi bayrağı taşısa, biz bu kişi için “nasıl olsa tek başına bir tehdit oluşturmuyor, o da onun demokratik hakkı” mı diyeceğiz?
Kaldı ki bu bayrağı taşıyan şahıs mevcut iktidarın düzenlediği bir mitinge gidiyor. Demek ki mevcut iktidar bu tür radikal İslamcı simge ve sembollerle barışık. Radikal İslamcıların da bir kısmı bu iktidarı kendi iktidarları gibi görüyor.
Bunu son 10-15 yılda Türkiye’de demokrasinin nasıl önemli düzeyde gerilediği gerçeği ile düşündüğümüzde “hoşgörü paradoksu” ile ilişkili olarak burada söylediklerimin ne kadar haklı olduğu ortaya çıkıyor.
Liberal görünümlü muhafazakarlar
Meselenin ilginç bir noktası da bu tür radikal İslamcı simge ve sembolleri taşımayı “demokrasi” ve “özgürlük” gibi modern değerler adı altında meşrulaştırmaya çalışan liberal görünümlü yazar-çizer ve siyasetçi kesimi.
Bu kesim progresif/modern değerlerin otoriter bir şekilde topluma benimsetilmesi söz konusu olduğunda liberallik adına bunu sonuna kadar eleştirirken muhafazakar ve İslamcı kesimdeki otoriter, hatta tevhit bayrağı gibi totaliter, eğilimler söz konusu olduğunda bunlara çeşitli gerekçeler bulabiliyorlar. Apolejist bir tavırla İslami otoriter/totaliter akımlara sözde modern ve demokratik bahaneler üretiyorlar.
Biz bu tavrı son 10-15 yılda Erdoğan otoriterizminin yükselişinde çok net bir şekilde gördük.
Başka tartışma konusu olmakla beraber, Türkiye’de kendine “liberal” diyen bu yazar-çizer ve siyasetçi kesimi aslında muhafazakar. Bu kesimi “liberal-muhafazakar” olarak tanımlamak en doğrusu.
Toparlarsak, tevhit bayrağı taşıyan şahsa gencin yumruk atması yanlış. Öte yandan, tüm dünyadaki İslami totaliter rejimler ve terör örgütlerinin bu bayrağı kullandığı gerçeğinden hareket edersek bu tür simge ve sembollerin kullanılmasının doğru olduğunu kabul etmek mümkün değil. Buna modern demokratik ve özgürlükler bağlamında meşruluk kazandırılmaya çalışılması ise Türkiye’deki liberal görünümlü muhafazakarlara özgü bir tuhaflık.
*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.
İslam’da binlerce üzerinde uzlaşılmış ortak temel slogan yok sayın Emrah. Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed onun elçisidir, o kadar. Sembollere amaçsal ve durum çerçevesinde yaklaşmak gerektiğini düşünüyorum. O insanlar hilafet için orada değildi, evvelinde hilafet için yapılan yürüyüş görüntüleri öne sürülerek kamuoyunda algı yaratıldı, keşke bu meseleye de bir nebze olsun değinseymişsiniz! Aynı bayrak Suudi Arabistan’da varmış da Suudi Arabistan’da hilafet ve dikta varmış da bu insanlar o bayrağı taşıyarak aslında dolaylı yoldan dikta… Geçiniz bunları, şu yorumu yaparken hiç mi düşünmediniz? Sembol/bayrak okumasının nasıl yapılacağı hususunda eminim benden çok daha maharetlileri vardır ama şundan eminim ki: Böyle yapılmaz. Sizin mantığınızın kalıpları içerisinden bir yorum getirecek olursak yeni bir hukuk düzeni önerdiği gerekçesiyle Kuran’ı da benzer bir noktaya çekmek çok da zor değil. Meseleyi, hoşgörü paradoksunu geniş yorumlamanız, özgürlüğün sınırını en geniş haliyle çizmeniz gerekir ki haklar ve özgürlükler safi harf yığınından ibaret olmasın, naçizane kanaatim.
Ayrıca nasıl ki İsveç’te Kuran yakılması suç değilse, Türkiye’de de Nazi bayrağı taşımanın suç olmaması gerektiğini düşünüyorum.