9:53 am Konuk Yazarlar, Siyaset

Türk Milliyetçileri Fabrika Ayarlarına mı Dönüyor, Kimlik Krizi mi Yaşıyor?

Birkaç sene önce bir İstanbul seyahatimde, âdet edindiğim üzere, İstanbul Türk Ocağı’nı ziyaret etmiştim. Bence Türk milliyetçiliğinin entelektüel alandaki abide şahsiyetlerinden olan şube başkanı Cezmi Bayram Hoca’yla sohbet ederken doğal olarak siyasete gelmiştik. Cezmi Hoca’nın sohbet esnasında kullandığı “Siz yaş itibarıyla ‘partisiz’ milliyetçiliği yaşamadınız. Nasıl olduğunu bilmiyorsunuz. Ben yaşadım. Sizin zihninizde bunu anlamlandırmanız çok zor” mealindeki ifadeler hiç aklımdan silinmez.

Bunun üzerine çok düşündüm.

Gerçekten 1960’lı yılları ortalarından bu yana Türk milliyetçileri, “milliyetçi” kimlikli siyasi partiler çevresinde örgütlenmeye başlamıştır.

Sivil toplum örgütleri dahi bu partilerin yörüngesinde kalmıştır. Elbette istisnalar mevcuttur ancak kitle bu şekildedir. Rahmetli Başbuğ Alparslan Türkeş’in önce Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) Genel Başkanı olması, 1969’da partinin adının Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) olarak değişmesi ile başlayan süreç günümüze kadar gelmiştir. Günümüzde siyaset yapan, akademisyenlik yapan ya da sıradan bir vatandaş olarak Türk milliyetçiliği ile hemhal olan herkes bu tarihselliğin bir parçasıdır.

Son 50 yıldır Türk milliyetçiliği fikri; hem düşünce hem siyaset hem de söylem üretme noktasında, siyasal alanda inşa edilmiştir. Türk milliyetçisi ya da Ülkücü kimliği alan her genç ya Ülkü Ocakları tedrisatından geçmiş ya da Ülkü Ocakları’na alternatif teşkilatlanmalar yapmaya çalışmıştır ya da Ülkü Ocakları’nı eleştirmiştir. Referans nokta her durumda Ülkü Ocakları olmuştur.

Türk milliyetçileri hep MHP’yi konuşmuş, MHP’ye göre hareket etmiş, MHP’ye kızmış ya da MHP’yi sevmiştir. Farklı siyasi partilerde siyaset yapan ya da onlara oy verenler dahi gündemlerinde hep MHP’yi tutmuş ya da gittikleri yerde “eski MHP’li olma” kimliğini taşımışlardır.

Kısacası, son 50 yılda Türk milliyetçiliğinin en geçerli referans noktası MHP olmuştur.

12 Eylül Darbesi’nden sonra ANAP ve DYP’de siyaset yapan ülkücüler ya da Türk milliyetçileri bu işi fikrî alanda tutmaya çalışsalar da MHP ağırlığı hep sürmüştür.

Ancak 90’lı yılların başında merhum Muhsin Yazıcıoğlu liderliğinde Büyük Birlik Partisi’nin, 2017’de İYİ Parti’nin, 2021’de ise Zafer Partisi’nin kurulması; MHP’nin ise AK Parti ile olan ittifakı bu 50 yıllık kimlik inşasında bir kırılma yaratmıştır.

Bu kırılma bir kriz yaratacak mıdır, krizden kasıt nedir ve bu kriz olacaksa muhtevası ne olacaktır konusu bence değerlendirmeye muhtaçtır.

50 yıldır “partili” olan Türk milliyetçiliği; Cumhuriyet’in yüzüncü yılını yaşadığımız bu günlerde “siyasi olarak” paramparça olmuş durumdadır.

Her şeyden önce Türkiye’yi yönetme iddialarını kaybetme noktasındadırlar.

MHP, 2015’ten bu yana Türkiye’yi tek başına yönetmeye aday olmamaktadır.

İYİ Parti ise zaman zaman gündeme gelen “merkez” iddiaları ve siyasi-fikrî olarak Türk milliyetçilerince tartışmalı kabul edilen isimler sebebiyle bir şüphe çekmekte, diğer yandan ise son seçimlerde CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nu destekleyerek ülkeyi tek başına yönetme iddiasından da vazgeçmiş görünmektedir. 2023 seçimleri sonrası “üçüncü yol” iddiası temellenirse burada bir farklılaşma görülebilecektir.

BBP ise merhum Yazıcıoğlu’nun vefatı sonrası beyin ölümü gerçekleşmiş bir haldedir.

İYİ Parti’den ayrılarak kurulan Zafer Partisi ise Ümit Özdağ’ın liderliğinde “sığınmacı” sorununu merkeze alarak yeni bir milliyetçi odak yaratmaktadır. Özellikle gençlerden ilgi görürken sığınmacılar konusu dışında tutarlı bir siyaset sunmaması ise tek meseleli parti görüntüsü vermektedir.

Her şeyden öte, özellikle İYİ Parti ve Zafer Partisi’nin Türk milliyetçiliğini geleceğe taşıyacak bir gençlik organizasyonu yoktur. Ülkü Ocakları ise MHP ekseninde olması sebebiyle doğal olarak AK Parti iktidarının etki alanında kalmıştır. Siyasal İslam’ın ve içi boşalmış bir taşra vatanseverliğinin şekillendirdiği Cumhur İttifakı, Ülkü Ocakları’nın doğal reflekslerini kısıtlamıştır. Örneğin AK Parti iktidarının Çin ile olan ticari ilişkileri bir silsile halinde Ülkü Ocakları’nı Doğu Türkistan’daki insan hakları ihlalleri meselesinde etkisizleştirmiştir.

Kısacası, partili milliyetçilik döneminin son demlerinde; milliyetçi fikir sistemini ve milliyetçiliğin tarihini anlatmayı ya da geliştirmeyi hedefleyen bir gençlik yapılanması olmayan İYİ Parti, bu alanda çok zayıf ve kadrolaşamamış olan Zafer Partisi, Cumhur İttifakı prangalarındaki MHP ve Ülkü Ocakları sebebiyle gençler milliyetçiliği Twitter (ya da X) fenomenleri, radikal isimler, iktidarın ya da muhalefetin bir şekilde etkilediği STK’lar ve  milliyetçiliğin önüne arkasına sıfat koyan gruplardan öğrenmeye başlamıştır.

Bu durumun bir hafıza kaybı yaratacak derece ciddi sorunlara gebe olduğunu düşünüyorum. Diğer yandan bu sancılı durumun da Türk milliyetçiliği fikrinin gelişiminde fabrika ayarlarına dönüş sonucu verebileceği de olası bir durumdur.

Peki, fabrika ayarları nedir, hafıza kaybı nedir?

Bunu izah etmek için kısa bir tarih ve kavram yolculuğu yapmak istiyorum.

Yusuf Akçura, 1928’de Türk Yılı’nda yayımladığı “Türkçülüğün Tarihi” çalışmasında, Türk milliyetçiliğini modern ve modern öncesi olarak temel iki döneme ayırıyor. Modern öncesinde Türklerin uzun yüzyıllar boyu milliyet fikrine sahip olmaları bir referans kabul edilirken modern dönemdeki milliyetçiliği Batı’da ortaya çıkan milliyetçilik akımlarının bu tarihselliğe metodoloji ve kimlik kazandırmasıyla tarif ediyor. Bu modernliğin ilk nüvesinin de 19. yüzyılda ortaya çıktığını belirtiyor.

Türk milliyetçileri modern döneme ilk adımlarını attıklarında gazeteler, dergiler, akademik çalışmalar ile girmiş ilk homojen örgütlenmesini ise 1912’de kemale eren Türk Ocakları ile yapmıştır. Elbette ki öncesinde de çeşitli teşkilatlar kurulmuştur ancak bu işin zirvesi ya da önceki cümlemdeki ifade ile kemale ermesi Türk Ocakları ile olmuştur.

Yani Türk milliyetçileri partili olmadan önce sivil toplumda kendilerini geliştirmişlerdir.

Cumhuriyet kurulduktan sonra dahi Türk Ocakları siyasetle iç içe ama siyasetten bağımsız düşünebilen bir teşkilat olarak var olmuş, bu özelliğinin yarattığı krizler de kapanmasına giden yolu açmıştır.

Özetle Türk milliyetçiliğinin fabrika ayarlarının şifresi “1912”dir ve sivil toplumla hareket etmesidir.

Günümüzdeki siyasi parçalanmışlık ve parçaların toplumu tatmin edemez halleri en iyi ihtimalle yeniden sivil milliyetçiliğin önünü açacaktır.

Benim gönlümden geçen sonuç da aslında budur. Bu belki yine 1912’de olduğu gibi Türk Ocakları ile olur. Ya da daha çeşitlenmiş STK’lar sayesinde gerçekleşir.

Ancak bu noktadaki çekincem ise Türkiye’nin genel olarak geldiği noktada bir “sivil toplumunun” olmaması halidir. Bu ayrı bir bahis olsa da şunu söylemek gerekir. Her şeyin parayla yapılabildiği bu zamanda devlet ya da siyaset ya da devlet dışı hatta yurt dışı bazı odaklar olmadan bir STK’nın finanse edilmesi mümkün değildir. Bu, en temel sorunlardan biridir.

Türk milliyetçileri fabrika ayarlarına dönemezse ne olur?

İşte, kriz dediğim mevzu budur.

Partili milliyetçiliğin miadını doldurduğu, partilerin milliyetçiliği geleceğe taşıma kaygısı gütmediği bu iklimde maalesef dizilerden öğrenilen çarpık tarih gibi sosyal medyadan, köksüz geleneksiz yapılardan öğrenilen bir milliyetçilik ortaya çıkacaktır.

Atsız’ı Google görsellere düşen Mevlana sözlerine benzer sözlerden öte tanımayan, Ahmet Ağaoğlu’nu müteahhit sanan, İsmail Gaspıralı’yı hayatında duymamış; Galip Erdem, Dündar Taşer, Seyyid Ahmet Arvasi, Osman Yüksel Serdengeçti, Erol Güngör gibi farklı ton ve eğilimlerdeki milliyetçi isimlerin uyumundan bihaber bir neslin yetişmesi işten bile değildir.

En temelde de milliyetçiliği sadece sığınmacı karşıtlığı üzerinden okuyan ya da mevcut iktidarın siyasal İslamcı karakterinin dinî duygularda yarattığı tahribat sebebiyle “sekülerlik” iddiasıyla, Ziya Gökalp’ın “Hars” diye nitelediği en temel milliyetçilik unsurunun içindeki İslam’ın reddiyle Türk kimliğiyle dahi çelişen sığ yaklaşımlar itibar gördükçe bu krizin derinleşeceği aşikardır.

Diğer yanda ise iktidarın ve oluşturduğu müesses nizamın inşa ettiği; Siyasal İslam’ın ajandasıyla sulandırılmış, “yerli ve millî” diye uydurma bir kavramı referans noktası yapmış, çarptırılmış tarih dizileri, Türk kimliğiyle problemli tarihçileri ile geçmişi bulandırılmış, salt güvenlik kaygıları ve günlük siyasi hedeflerle aba altındaki sopa haline gelmiş bir vatanseverliğin milliyetçilik diye kitleye anlatılmasıyla kokuşan zihinler vardır. Bu durum için ise “krizi derinleştirme” kavramı hafif kalır. Bu durum Türk kimliğini de Türk milliyetçiliğini de musalla taşına yatırma halidir.

***

Bu yazıyı yazmaktaki amacım, eleştirilmek ve başlıktaki sorunun az da olsa tartışılmaya başlanmasını sağlamaktır. Bir tez yazmadığım için elbette ki dayanakları ve referans noktaları eksik olabilir. Ancak bir an önce aklı başında Türk milliyetçilerinin bu işleri düşünmeye başlaması şarttır.

Kitleselleşen bir milliyetçilik için de entelektüel hegemonya kurmuş dar kadro milliyetçilik için de bu şarttır.

Umarım gelecekte Cezmi Hoca’nın dediği gibi bizler de “partisiz milliyetçiliği” zihinlerimizde yerleştirebilir, en aktif siyasetin içinde olduğumuz günlerde bile, içine girdiğimizde siyasi kimliklerimizi bir ceket gibi vestiyerine astığımız sivil toplum kuruluşlarına sahip olabiliriz. Kanaatimce Türk milliyetçiliğinin geleceği bunu başarmaktan geçmektedir.

Not: Genel durum krizin daha olası olduğunu işaret etse de umut veren ve bu yazıdaki soruyu bana sordurabilen birkaç sivil toplum çalışmasını burada zikretmek istiyorum. Siyasi prangalarına rağmen Ülkü Ocakları’nın yayımladığı çocuk kitapları ve bazı eğitim programları, Türk Ocakları’nın gençlere yönelik akademi faaliyeti, kısıtlı imkanlarla çok büyük işler yapan İfade Fikir Derneği, yayıncılıkta yüz akımız olan Ötüken Neşriyat, Kültür Ocağı Vakfı’nın eğitim çalışmaları ilk aklıma gelenlerdir. Sayılarının ve kapasitelerinin artması temennimdir.


*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.

Visited 379 times, 1 visit(s) today

Close