Geliyorum diyen bir çevre katliamını, doğa talanını engelleyemedik. Bu katliamdan iktidar, yerel yöneticiler ve uzmanlar değil sadece sorumlu olanlar… Bu göz göre göre gelen katliama suskun kalan çevre bilincinden yoksun toplum, toplumun içinde bizler, hepimiz sorumluyuz.
Topraklarımızın yağmalanmasına engel olamadık. Madensel hammadde kaynaklarımızın sömürgeci emperyalist şirketlere peşkeş çekilmesinin önüne geçemedik.
Öyle yasalar çıkarttılar ki yabancı maden şirketleri ülkemize akın etti. Öyle yasalar çıkarttılar ki yerli maden şirketlerimiz himaye altındaki maden şirketleri ile rekabet edemez hale geldi.
Oysa herkes biliyordu ki çok uluslu madencilik şirketleri vahşi madencilik yapar, yeraltı kaynaklarını sömürür, arkalarında da yok edilmiş bir doğa bırakır.
Çok uluslu şirketlerin döngüsü budur.
**
Ne yazık ki insanlık doğa ile karşılıklılık temeline dayalı bir ilişki yerine doğayı denetim altına almayı ve sömürmeyi tercih etti. Kâr merkezli endüstriyel üretim, yeni üretim teknolojileri arayışı ve enerji kaynaklarını geliştirme iştahını dizginleyemedi. Doğal kaynakların sınırsız olduğu düşüncesiyle bu kaynakları hoyratça tüketti. Bu doyumsuzluğunu doğanın insan için olduğu düşüncesiyle örtmeye çalıştı.
**
Milliyetçilik, modernleşme ile hesaplaşmasında çevrecilik gibi önemli bir boyutu ihmal etti.
Milliyetçilik, modern endüstriyel toplumun egemen toplumsal paradigmasına; kapitalizm-liberalizmin kâr merkezli önermelerine ve sömürüsüne karşı duruş sergilemeye çalışırken çevrecilik bahsinde yeterli fikir performansı gösteremedi. Vatan sevgisini güvenlik perspektifine sıkıştırarak vatanı oluşturan doğal çevrenin fiziksel ve ruhsal olarak sağlıklı toplum-sağlıklı bireyi inşa edeceğinin önemine vurguda yetersiz kaldı.
Çevrecilik bir anlamda millet için daha temiz ve yaşanabilir bir çevre yaratma ülküsünü ifade ederken milliyetçilik tarafından yeterince sahiplenilemedi.
**
Türk milliyetçiliği Erzincan İliç’te yaşanan doğa katliamına kulak tıkamamalı; vatan, insan ve toplum tasavvuruna çevre duyarlılığını, çevre bilincini de dahil etmeli. Çevresel duyarlılığı çok yüksek olmayan Türkiye’de milliyetçilik bu duyarlılığın oluşmasına katkı sağlamalı.
Milliyetçilik çevreciliktir gibi yüzeysel sloganları ve fidan dikme girişimlerini hatırlatarak milliyetçiliğin zaten çevreye duyarlı olduğunu öne sürenler olacaktır. Ama şunu net ortaya koymak zorundayız:
Çevre duyarlılığı fidan dikmek, yeşili korumak değildir.
Çevre duyarlılığı, çevre dengesinin ve doğal değerlerin korunmasıdır.
Bu duyarlılık ekosistemin dengesinin korunmasını, küresel ısınmanın yarattığı buzul erimelerini önlemeyi, deniz suyunun yükselmemesini sağlamayı, ozon tabakasının incelmemesi için çaba sarf etmeyi kapsar.
Fosil yakıtların kullanımının yol açtığı asit yağmurlarına ve küresel iklim değişikliği tehlikesi karşısında ülkemizin kuraklık ve susuzluk tehlikesini engellemeyi gerektirir.
**
Türk milliyetçiliği, doğayı ve insanı sömürerek milletleri yoksullaştıran ve toplumsal hayatı ekonomik çıkar temelli bir yapıya dönüştüren kapitalizmle mücadelesini çevreci boyutu da ekleyerek sürdürmeli.
Türk milliyetçiliği, vatan sınırlarını korumanın yanı sıra, vatan toprağı üstünde-altında sahip olduğu doğal değerleri de koruma şuurunu kazanmalı, doğal çevreyi koruyarak sağlıklı bir doğal çevreyi gelecek nesillere taşıma çabası ortaya koymalı.
Türk milliyetçiliği, artık eko milliyetçilik safhasına geçerek küresel kapitalizmin insan varlığını tehdit eder aşamaya geldiği şu dönemde vatan sınırları içindeki yeraltı ve yerüstü doğal kaynakları Türk dilini, Türk kültürünü korumakla mükellef olduğu gibi korumalıdır.
Eko milliyetçilik nedir?
Eko milliyetçilik; Türk dilinin, Türk kültürünün, Türk bayrağının, Türk vatanının, Türk devletinin korunması, yaşatılması, yüceltilmesi olan Türk milliyetçiliğinin saydığımız unsurlar gibi insan-doğa dengesini kurarak vatan sınırları içindeki doğaya, çevreye, yeraltı ve yerüstü zenginliklere sahip çıkması, vatan topraklarımız üzerinde yaşayan Türk milletinin daha temiz, daha yaşanabilir bir çevrede yaşaması anlayışıdır.
Eko milliyetçilik; doğanın da kültür gibi, kimlik gibi korunması gereken bir varlık olarak kabul etme bilinci, doğal kaynakların sürdürülebilirlik ilkesi ışığında millî çıkarlara uygun kullanılmasıdır.
Türk milliyetçilerinin yeni görevi, bir yandan siyasal mücadelesini yürütürken diğer yandan eko milliyetçilik bilincinin toplumsal kesimlerde yaygınlaşmasını sağlamak ve korunmuş bir çevre mücadelesi vermektir.
Yani çevresel aktivizm milliyetçi olmanın yeni koşulları arasındadır.
Doğal kaynakların tüketimi konusunda bilinç sahibi olmak, çevre konularını siyasi gündeme taşımak, çevreyi koruyucu tutum takınmak milliyetçi davranış biçimi arasına girmelidir.
*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.
Gelişmiş hiç bir toplumda milliyetçilik bir ideoloji olarak meydanlarda propaganda aracı olarak kullanılmaz. Milliyetçilik partilerin oyuncağı olacak basitlikte ve yapaylıkta bir kavram değildir. Aslında doğal olan her siyasi partinin milli şuur temelinde siyaseti felsefe haline getirdiği ülkelere gelişmiş ülke diyoruz.
Türkiye siyasetinde milliyetçilik hamasetin girdabında kaybolup gidiyor. Bunu yapan partilerin sırf halkı daha fazla kandrımak adına bunu yapıyor olması, milliyetçilik olgusundan bi’haber kültürsüzlükleri işi daha beter bir hal almasına vesile oluyor.
Toplumun tabanından yukarıya kadar her kesimin yaşadığı toprakları sevmesi, onu koruması, iyi bir vatandaş ve duyarlı insanlar olması sağlanmadıkça ülkemizin ilerlemesi mümkün görünmüyor.
Bu ülkenin, vatandaş olmayı öğrenememe sorunu var. Devletin vatandaşlarına bunu öğretememe sorunu var. Ayakların baş, başların ayak olma sorunu var.
Vatandaşlık sürcinin doğru işleyebilmesi adına yapılması gereken en elzem yatırım “Millii Şuur” üzerine odaklı “Eğitim Sistemi” olmalıdır.
Günlük mahsül almak istiyorsan pirinç ek, on yıllık mahsül almak istiyorsan fidan dik, asırlık verim almak istiyorsan insan eğit dememişler.
Avrupa gelişmişlik adına bu asırlık “insan eğit” sürecini geçmişten ders alarak doğru analiz edip geleceğe yatırım yaparak kazandı.
Atatürk ile başlayan olağan dışı hızla devam eden ama ne yazık ki ondan sonra sekteye ugrayan veya uğratılan insan eğit devre dışı kaldığı için miili şuurun yerini hamaset, insannın yerini para almış oldu.
Umarım bundan sonra devletimiz ve onu ayakta tutan yasama, yürütme ve yargı bu minvalde sorgulamalarını yaparak insan odaklı milli şuur eksenin de insan eğitimine önem verir.
Yoksa gelecek bu toplum için çok karamsar ve yıkıcı sonuçları olan parçalanmaya gidecek. Doğa intikamını herhalükarda alır zaten..