9:58 am Siyaset

Türkiye Hakkında Konuşmalar: Taklit Dili

Toplumsal tecrübe ve öteki

Türkiye hakkında taklit diliyle konuşma modellerinin, örtük olarak kabul ettiği önermeyi, soru formuna getirmekte fayda vardır: Toplumsal tecrübeler öteki toplumlara aktarılabilir midir?

Özellikle muhafazakar argümanların kaynağını teşkil eden bu esaslı soru, aynı zamanda kültüre mugayir sistemli ideolojilerin hakim görüş olabilmesine mâni olan kavrama biçimlerini imler. Küreselci yaklaşımların temellerinin atıldığı 19. asrın başlarında, kültürcü pozisyon, kültür dışı çözüm pratiklerinin uzun soluklu olmayacağını kabullenmiştir.

Meşrutiyet devrelerinde Said Halim Paşa, açık ifadelerle, toplumların kendi hastalıklarını teşhis ve tedaviyle meşgul olması gerektiğini öne sürmüştür. Mukallidliklerimiz’de (1910), nesnelerden soyut kavramlara geçemez halde olduğumuz için entelektüellerin, gerçekleşme imkanı olmayan gayelerin peşinde koştuğunu düşünür. Her toplumun düşünce ve ihtiyaçlarının kendine özgü olduğunu, dolayısıyla içtimai zeminde öteki toplum deneyiminden faydalanmanın çok zor olduğunu iddia eder. Ona göre, şayet, duygu ve düşünceler hususi olmasaydı, sosyolojiye lüzum olmaz, zooloji yeterli olurdu.

Paşa, yalnızca toplumlar arasında tecrübe alışverişinin gerçekleşmeyeceğini düşünmez; onarılması imkansız yanlışlara düşülebileceğinden söz eder.[i] Paşa’nın kanaatleri, bir çırpıda yabana atılabilir olmadığı gibi sadece “Doğulu” yaralı bilinçleri ilgilendiren bir husus değildir. Baudrillard’ın “Amerika, modernliğin özgün versiyonudur; bizler dublajı yapılmış, altyazısı yazılmış versiyonuz”[ii] cümlesi, bu vadide düşünmeye değerdir.

 Tocqueville ve Amerika tecrübesi

Geleneksel ulus-toplumlarından farklı tecrübeye sahip Amerika’ya; XIV. Louis’nin avukatı olan dedesi giyotine gönderilmiş, ebeveynleri ihtilal sonrasında ölümün eşiğine kadar gelmiş Tocqueville’in cihetinden bakmak, toplumlar arasında tecrübe alışverişi hususunda önemli noktaları gün yüzüne çıkarır. Tocqueville, Amerika’da Demokrasi’de aydınlanma değerlerinin uygulanma biçimine ve demokrasi sürecine hayranlığını gizlememiştir. Nitekim gördüğü şey yalnızca Amerika değil, aile tecrübesi üzerinden Fransızların demokrasi öyküsüdür.

Tocqueville’in araştırma projesi, Eski Rejim ve Devrim’le tamamlanır. Bu aşamada, devrimin kökenleri, Batı kurumlarının genetik yapısında ve eski rejimin koşullarında aranır; böylece XIV. Louis’nin devrimdeki rolünü değiştirir.[iii] Salzmann, Tocqueville eşliğinde Osmanlı’nın eski rejimini soruştururken, bu durumu Osmanlı devletinin vakanüvislerinin, III. Selim devrinde başlayan reform hareketlerini Kanuni’ye bağlamasına benzetir.[iv]

Tocqueville, yaslandığı Montesquieu ve Rousseau gibi filozofların çalışma metodolojisini paylaşır. Montesqiueu, İran Mektupları’nı kaleme alarak ötekinin, bir başka toplum tecrübesini deneyimleme durumuna dikkat çeker. Nitekim bu hususta Rousseau şöyle der: “Özgürlük her iklimde yetişen bir meyve değildir, onun için her ulus ulaşamaz ona.”[v] Benzer bir yorum biçimi, Tocqueville’in yasa fikrinde görülür; zira yasalar alışkanlıkların evlatlarıdır ve toplumun bütününe uyumlu kurulmuştur.[vi] Zikredilen filozofların hemen hepsi, toplumların kendine has yapısının bulunduğunu ve toplumsal ideallerin farklı pratikleri imlediğini düşünürler.

Tocqueville’e göre demokrasi bir güç sistemidir. Dolayısıyla demokratik toplumlar, idari merkeziyete boyun eğme tehlikesinden uzaklaşabilmiş değildir. Özgürlük, güçten bağımsızlaşmakla mümkün olur. Öyleyse merkezileşmede belirleyici unsur ne olabilir? Nisbet’ye göre Tocqueville, demokrasilerde merkezileşmenin önemli belirleyicisinin, demokrasiye geçişin şekliyle ilişkili olduğu kanaatine varmıştır. Fransa’daki devrim sonrasında Napolyon’un iktidara gelmesi de bu anlayışı desteklemiştir, oysa doğal bir demokrasi süreci geçiren Amerika’da böyle bir durum gözlemlenmemiştir.[vii] Tocqueville’e göre Amerika’da demokrasinin işlerliği; acı hatıralara sahip olmayışları, geniş alana yayılarak federasyon sisteminde dengeyi tutturmuş olmaları, coğrafi avantajla güvenlik endişeleri taşımıyor olmaları gibi çeşitli etkenler üzerinden okunabilir. Ne var ki bu hususta serimlenecek her mazeret, Fransa’da mevcut olmayan bir tecrübe nesnesiyle ilişkili gözükür. Zira geleneksel ulus modelinden bütünüyle farklı hikaye inşa edilir.

Osmanlı modernleşmesinde meşruiyetler

Toplumlar arasında tecrübe aktarımı, Said Halim Paşa açıklığında tartışılmamış olsa bile, modernleşme döneminde düşüncelere meşruiyet sağlama çabaları, düşüncelerin toplumla uzlaşı zemininde kurulmasını gerektirmiştir. Kanun-ı Esasi’nin ilanına giden süreçte, Namık Kemal’in meşveret vurguları bu cepheden okunabilmektedir. Benzer tavır, II. Meşrutiyet’e giden süreçte radikal söyleme dönüşür. Söz gelimi, Musa Kazım, mutlakiyet rejiminin, İslâmiyet’in bi’l-külliye hilâfında olduğunu öne sürer.[viii] İslamcı kalemler, büyük ölçüde şeriatın tatbikiyle meşrutiyet rejimi arasında ilişki kurar.

Meşruiyet arayışının en aşikar edildiği noktalar, şüphesiz materyalist portrelerde arzıendam ettikleri yerlerdir. Dinin, önemli meşruiyet kaynaklarından olduğu bu dönemde, Baha Tevfik, Odette Laguerre’in Feminizm eserini tercüme edip girişine eklediği lahikada, “İslamiyet ‘feminizm’dir” anlayışını dillendirir. Diğer yandan Abdullah Cevdet, bir Fransız yazarın, “Kur’an’ı kapa, kadınları aç” söylemini, “Hem Kur’an’ı hem kadınları aç” sloganına dönüştürür.[ix]

Celal Nuri, İslam ve materyalizm arasında çatışma olmadığını gösterebilmek için Tarih-i İstikbal’i kaleme alır. Gökalp’ın bilhassa Türkçülüğün Esasları’nda, İslamiyet öncesi Türk tarihini kullanma modeli, aynı bağlamda zikredilebilir. Toplum meşruiyetini temin etmek amacıyla olmasa bile, kökene uygunluk vurgusu, yeni hayatın bize bütünüyle yabancı olmadığına ikna olabilmek için stratejik yol sunmuştur. Nihayetinde, köken arayışları ve meşruiyet zemini kurma girişimleri, halihazırda topluma yabancı olmadığı iddia edilen değer ve yaşam pratiklerinin kabulünü kolaylaştırmak için bir yöntemdir.

Sorunlara çarelerin toplumun kendi içinden çıkması gerekliliği, radikal bir önerme nevinden değerlendirilmemelidir. Meşruti monarşiden devr-i cumhuriyete uzanan süreçte, pek çok atılım, bugünkü yaşamımıza tesirleri bakımından umut vericidir. Despotik yönelimlere meyil, Tocqueville’in kaygıları bağlamında, ulus toplumu oluşumuz ve demokrasiye geçiş modelimiz bakımından doğal görünmektedir. Yeni idari modelin kendi hüviyetini bulabilmesi için zamana ihtiyaç vardır ve bir asır, Batı-dışı bir toplumun farklı toplum tecrübelerinden faydalanması bakımından uzun süre sayılmayabilir.

Bu anlamda taklit dili, uzun süren fikrî çabalar ve bürokratik atılımlarla birlikte fonksiyonel biçimde iş görmüştür. Nitekim mukallitlik eleştirisi kaleme alan Said Halim Paşa bile ulusun, seçkinler tarafından temsil edildiği, şeriat himayesinde bir meclis tahayyül etmiştir. Bu doğrultuda, farklı topluma ait tecrübelerin ötekine ilkeler seviyesinde nakli mümkün olup meşruiyet zeminleri dikkate alınarak teoriler kurmak, bir çeşit sentez yöntemi işletmek hala mümkündür. Ne var ki son günlerde Türkiye hakkında konuşmalarda taklit dili, sorunları çözecek değil, büyütecek şekilde kullanılmaktadır.

Sorunları nakleden taklit dili

Bugün, toplumlar arası tecrübe alışverişini -örtük olarak bile olsa- gündeme getiren mesele, “göçmenlik versus ırkçılık” denklemidir. Ancak bu, düzey itibarıyla erken sayılabilecek dönemde, hatalı kanaat serdetmelere, çözümün değil, farklı suretlerde var olan sorunların nakline yol açacak türdendir. Irkçılığın gündeme gelmesi, tümevarım heyecanına kapılmaya yönelten zayıf deliller refakatinde gerçekleşir. Haberlerde günlük vakalar olarak görüp geçebileceğimiz, ırkçılığa gönderimi bulunmayan sorunlar, siyasi zeminde karşılık bulması sebebiyle öyle büyütülüyor ki kolektif ırkçılık asrımızın sorunuymuş gibi, Türklerin ne fena insanlar olduğunu söylemeye ramak kalıyor.

Bu sorunlar, konu bağlamında şu hadiseyi hatırlattı. ABD’nin en iyi futbolcusu olarak gösterilen, dönemin popüler ismi O. J. Simpson, 1992 yılında şiddet gördüğü gerekçesiyle kendisinden boşanan eşi Brown ve sevgilisini 1994 yılında öldürmekle yargılanmıştır. Evinin bahçesinde Brown’ın ve sevgilisinin cesedi bulunduktan sonra, futbolcu hakkında, olay yeri delillerinden hareketle yakalama kararı çıkarılır.

Olay yerinde kanına rastlanan, yakalandığında elinde açık yara bulunan Simpson’ın avukatları, cinayet davasını, birden ırkçılık davasına dönüştürür. Evde Simpson’ın kanını bulan dedektifin, daha önce ırkçılıktan disiplin soruşturması geçirmiş olması, çoğunluğu siyahi olan jüriler üzerinde etkili olmuş, birtakım delillerin karartılabilir olması neticesinde katilin serbest kalmasını sağlamıştır. İki yıl sonra, açılan tazminat davasında futbolcu suçlu bulunmuş, iki cinayet ancak para cezasına çarptırılabilmiştir. Bu tablo, bir ters döndürmeden ibaret gözükür.

Nitekim ABD’de ırkçılığın yoğun yaşandığı 20. asrın başında, iki çocuğu öldürmekle suçlanan siyahi Stinney, 14 yaşında idam edilmiştir. Jüri, ölenlerden birinin akrabasının da bulunduğu beyazlardan oluşmuş, siyahiler duruşma salonuna alınmamış, herhangi kanıt ya da rapor olmadan ihtimallerle yargılama yapılmıştır. Davanın görülmesinden seneler sonra ABD, iadeiitibar yapmaya çalışmıştır.[x]

Bugün, arbede ya da karışıklık çıktığı anda, içerikten bağımsız olarak Stinney’nin intikamını alırcasına ırkçılık vurgusuyla problemlerin tartışılması, Brown gibi kurbanlar yaratabilecek türdendir. Hadiselerin ırkçılığa gönderimlerinin olmadığı dikkate alındığında, ırkçılıktan ziyade, gündelik vakaların politik mevzilenmelere malzeme oluşturmasından bahsedilebilir.

Bu konuşma dili, ABD tecrübesini ters düz edip Türkiye’de önce Simpson’lar, sonra Stinney’ler yaratabilir. Pekala, mancınık komedyası gibi insanlık onuruna yakışmayan yöntemlerle sorunu derinleştirenlerin varlığı da ABD tecrübesini bize yaşatabilir. Türkiye’nin gündeminde bulunmayan ırkçılık sorununu, ifrat ve tefrit arasında devamlı kaşımak, marjinal davranmak ya da sorunları kabullenmemek, daha tehlikeli oyun oynayarak hukuki meselelere dahil etmek, psikoloji yönetimini herkes açısından zorlaştırıyor.

Birlikte yaşama tecrübesi kontrolsüz seyreden farklı toplumların bilinçlerinde, tümevarım kolaycılığı güvenlik mekanizması işlevi görür. Evvela, dünya üzerinde yalnız Türkiye’nin deneyimleyeceği sorunlar silsilesi yaşadığımız gerçeğiyle yüzleşme lüzumu hissediliyor. Taklit diliyle sorun nakleden yaklaşım biçimlerinden sıyrılabilmenin önceliği budur. Aksi durumda, olur olmadık vakitlerde gündeme getirilecek vicdan retorikleri, birlikte yaşama pratiğini zorlaştırmaktan başka netice vermeyecektir. Bize sorun büyüten değil, çözen metodolojiler gerekiyor.


[i] Said Halim Paşa, Bütün Eserleri, Büyüye Ay Yayınları, 2015, s. 18-19.

[ii] Jean Baudrillard, Amerika, çev. Yaşar Avunç, Ayrıntı Yayınları, 2018. s. 96.

[iii] Alexis de Tocqueville, Amerika’da Demokrasi, çev. Seçkin Sertdemir Özdemir, İletişim Yayınları, 2016, s. 31. Yönelimin seyri ilk eserde de belirgindir. Her kralın ya marifetiyle ya da kötülük eğilimiyle demokrasiye yardım ettiğini; XIV. Louis’nin herkesi tahtın altında eşitlemeye çalıştığını iddia eder.

[iv] Ariel Salzmann, Osmanlı Ancient Regime’i, çev. Ayşe Özdemir, İletişim Yayınları, 2011, s. 38.

[v] Jean Jacques Rousseau, Toplum Sözleşmesi, çev. Vedat Günyol, Türkiye İş Bankası Yayınları, 2017, s. 74.

[vi] Alexis de Tocqueville, a.g.e., s. 98.

[vii] Robert Nisbet, Sosyolojik Düşünce Geleneği., çev. Yusuf Kaplan, Paradigma Yayıncılık, 2016, s. 165-167.

[viii] İsmail Kara, Türkiye’de İslâmcılık Düşüncesi 1, Dergâh Yayınları, 2017, s. 135.

[ix] Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, Yapı Kredi Yayınları, 2016, s. 444.

[x] Hatice Burcu Akay, “Tarihin Tozlu Sayfalarında Adalet Arayışı” Hukuk Gündemi, 2017/1, s. 39-41.


*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.

Visited 55 times, 1 visit(s) today

Close