1:38 pm Siyaset

Türkiye’de Kutuplaşma Zorunluluğu ve “Merkez” Hayaleti

Türkiye’de siyasetin düzeni değişmese de çehresi ve bu çerçevede zamanın ruhu değişebiliyor. Kabaca “zeitgeist” olarak adlandırılabilecek bu hali tespit edebilmek ve buna uygun bir yaklaşım geliştirmek de en önemli motivasyonu “iktidar gücünü elde etmek” olan siyasi partilerin ilk yapacağı iş haline geliyor. Zamanın ruhu, siyasete aynı zamanda hikayesini de veriyor. Örneğin 1940’ların şartlarında zamanın ruhunu okuyan Demokrat Parti’nin baştan sona devam eden yönetim anlayışı, bir başlangıç hikayesiyle birlikte aynı zamanda bir iktidar hikayesini de sunuyor. Yine 90’ların başlarına doğru güçlenen Refah Partisi ve Millî Görüş geleneğinin, 1980 öncesinde Milliyetçi Cephe koalisyonlarında yer almış Millî Selamet Partisi modelinden bariz farklılıkları da bir tür “zamanın ruhu” zorunluluğudur. 90’ların ortaları da hikayenin doruk noktasıdır ve 2002’de iktidara gelen AK Parti, 40’lardan 90’ların sonuna kadar devam eden bu hikayelerin bir karması olarak yeni bir paradigma ortaya sundu. Ve bu paradigma başarılı da oldu. Hatta bu öyle bir başarı ki 2023 yılında bile 2002 modelinin ortaya çıkmasına sebep olan zamanın ruhunun devam ettiği varsayıldı. Bu hayalî varsayımın çok basit ve sığ fantezilerin ürünü olduğundan tekrar tekrar bahsetmeye gerek yok. Ancak varsayımın temellerini irdelemek de önemli.

Siyasi söyleme, özellikle de muhalefete egemen olan “kutuplaşma sorununu” çözülmesi gereken varoluşsal bir zorunluluk olarak sunmak ve bunun panzehrini “merkez” diye uydurulan, ne anlatılmaya çalışıldığının belirsiz olduğu bir kavramda aramak varsayımın en önemli çıkış noktası sayıldı. Sanki Türkiye’de kutuplaşma ya da kutuplaştırma durumu ve bunun bir strateji olarak uygulanması AK Parti döneminde başlamış gibi “kutuplaşma” odaklı bir paradigmayla kazanma yaklaşımının hatalarını da seçim sonuçları ortaya koydu. Soyut bir olgu olarak var olduğu her zaman bilinen, hissedilen kutuplaşmanın derecesini ve somut yansımalarını da sağlıklı bir şekilde değerlendirmek bu açıdan önem taşıyor. Kutuplaşmanın “normalliğini” kabul etmeyecek, bunu topyekün reddedecek anlayışların yarattığı temel paradoks, bu şekilde kutuplaşmayı daha fazla normalleştirdikleri ve hatta şiddetlendirdikleriydi. Kutuplaşmayı reddederken bunu somut bir şekilde dile getirerek kutuplaşma faylarını görünür hale getirmek ve bunların, üstlerine gidilerek yenileceğini iddia etmek ciddi bir sıkışma yarattı. Oysa ki Türkiye’de bütün hikaye “kutuplaşma” üzerine kuruluydu ve bu dönem dönem somut hale de geldi. Güvenlik endişeleri ve toplumsal hafızada yer edinecek olaylar belirli periyotlarla, aktörleri değişmekle birlikte yaşandı. Ancak belirli bir sınıra kadar. Kutuplaşmanın normalliğini belirleyen bu sınır, her ne kadar kavramsal açıdan maalesef bugün bir siyasi alay konusu haline gelse de “devlet geleneği” ile “millet hayatı” tecrübelerinin köklü olmasıyla ilişkiliydi. Her şeye rağmen bu kavramsal çerçeveyi korumaya odaklanan yeni bir paradigma yaratabilmek, kutuplaşmayı üreten kutuplaşma karşıtlığına bir alternatif yaratabilir.

Siyasi Hayalet: Merkez

“Merkez” kavramı Türk siyaseti için bir hayalettir. Zamanın ruhuna göre başarılı olabilmiş ve bünyesinde barındırdığı unsurlarla siyasi konumlanmalara göre gerekli salınımları rahatlıkla yapabilen yapıların hatırası, merkezin hayat kurtarıcı bir unsur olarak hala siyasette dolaşabilmesine imkan veriyor. Bazen karşımıza bir sopa olarak çıkıyor, “Bunu yapmazsan merkez olamazsın” deniyor. Bazen de bir anda havuç olabiliyor, “Merkez olursan iyi olur” şeklinde özetlenebilecek bir belirsizlikle karşı karşıya bırakılıyoruz. Hele ki AK Parti’ye alternatif olabilme potansiyeli güçlü ancak başta sol liberaller olmak üzere mevcut paradigmayı savunanlar açısından uzun vadede ciddi bir tehdit yaratabilecek aktörler açısından bir Kızılelma olarak “merkez” sunuluyor. Daima ulaşılması gereken, asla bitmeyecek bir hedef… Ancak bu ulaşma süreci ilgili aktörü tamamen yıpratmak, yerinde saydırmak ve kontrol altına almak için kurgulanmış. Hikayesini günümüzde gerçekten “hayalet” olmuş aktörlerden alan merkezin bu kadar ilgi çekmesinin tek sebebi, işte, bu dizginleme unsurudur. Dikkat edildiğinde, dizginlenmiş ya da rüşvetleri verilmiş aktörler için “merkez” diye bir durum söz konusu değildir; onlar paradigmanın gereklerini yerine getirerek zaten merkez olmuştur. Herhangi bir sorgulamaya tabi tutulmazlar; örneğin İstanbul Sözleşmesi’nin ortak mutabakat metnine koyulmaması için ciddi bir baskı uygulamak “merkez” açısından kıstas değildir, bu aktörlerin “yüksek” fedakarlıkları her şeyden değerlidir. Yazının başında da belirttiğim gibi zamanın ruhu siyaset için de söz konusu. Bugün Türkiye’deki yönetim mekanizmasını ciddi bir şekilde elinde tutan güvenlik bürokrasisi, siyasi düzene de egemen hale gelmiş durumda. Siyasetin geleceği için söz konusu olan isimlerin hepsi güvenlik alanıyla ilişkili. AK Parti’nin kuruluş hikayesinin temel unsuru olan millî iradeyi yerli ve millî kalkınmacılıkla birleştiren anlatı, öne çıkan güvenlikçi aktörlerle somutlaşırken buna dair imgeler ve semboller de toplumsal yapıya nüfuz ediyor. İktidar açısından uzun vadede bu durum bir sorun yaratmayacaktır zira dünyadaki temel eğilimlerin de bu doğrultuda güçlendiğini ve daha da güçleneceğini söylemek yanlış olmaz. Üstelik son seçim sonuçlarıyla birlikte Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın siyaset üstü konumlanması ve Türkiye’nin demokrasiyle ilişkili birçok meselesinin mutlak millî menfaatler ekseninde değerlendirilmesi Cumhur İttifakı’nın yarattığı ve eş zamanlı olarak bundan beslendiği bir bağlam anlamına geliyor. Siyasette bugün, seçim sonuçlarıyla birlikte merkezin ne olduğunu tanımlamaya çabaladığımızda karşımıza bambaşka bir merkez çıkacaktır. Bu merkezin, hepimize dayatılan merkez algısından çok farklı ve keskin olduğu da bariz bir şekilde ortada duruyor.


*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.

Visited 91 times, 1 visit(s) today

Close