10:59 am İkbal Vurucu, Siyaset

Yeni Türkiye’nin Yeni Demokrat Düşünce Biçimi

Yeni Türkiye’nin Yeni Demokrat Düşünce Biçimi

Günümüz iktidar mücadeleleri artık fizikî denetimden veya şiddetten ziyade zihinsel iktidar biçimleriyle kurulmaktadır. Bunun için de hegemonyanın en etkili ve güçlü unsuru mesabesinde “kavramlar” etkin şekilde kullanılmaktadır. Kavram despotizminin düşünce planında işlerliği söz konusu kavramın tekabül ettiği anlam ve işlevinin dışında bir araçsallaştırmaya maruz kalmasıyla mümkün kılınmaktadır: Demokra(si)tlık gibi.

Hiçbir birey salt “kendi” olarak toplumsal ilişkilerde rol almaz. Taktığı maskeler aracılığıyla ilişkiler sisteminde kendi konumunu belirler. Fakat bugün artık maskeler bile aşılmıştır. Sihirli, büyüleyici, otorite ve şiddeti özünde taşıyan kavramlarımız daha tesirli. Dün demokrasi, barış, özgürlük, AB, çağdaşlaşma, çok kültürlülük, hoşgörü vs. idi. Bugün ise beka, güvenlik, millî ve yerli olma, dış güçler vs.

Bir de bunların etkinlik alanlarını çizen siyasi, ekonomik, ideolojik daire vardır ki bütün bu kavramların asıl olarak işlevselliğini işler kılan işte budur. Söz konusu efsunkar sözcükler liberal, İslamcı, solcu aydınların veya yeni bir kategorileştirme ile nominalist aydınların[1] inhisarındadır ve bu zümre Yeni Türkiye’nin yeni iktidar seçkinlerini oluşturan yeni bir “kast”tır.

Birey kendi düşüncesine, eylemine, bu eylemin işlevine, sonucuna güvenmemekte, bunu da efsunkar kavramların kullanımında veya kendi otoritesi bağlamında kullanarak sağlama yoluna gitmektedir. Bu sebeple siyasi ve fikrî tartışmalarda, eylem biçimlerinin işlevi ve sonuçları hesaplanarak bir davranış biçimi geliştirilememekte aksine kendilerine bir güvensizlik belgisi olan “ithamla” yarışılmaktadır. Bu yapılırken karşı saftaki kişi ve gruplar önce, söz konusu kavramlar setiyle, siyasi ve psikolojik boyutta itibarsız hale getirilmekte, baskı altına alınmakta, özünü dönüştürmede araç olarak kullanılmaktadır. Böylece kendine uygun bir “düşman” yaratılarak mücadele edecek konuma düşürülmektedir.

Kendilerini dün demokrasi, bugün yerli-millî söyleminin merkezine koyarak kurdukları özdeşlikle, bu özdeşliğe dahil olmayan “ötekilere” karşı radikal bir dışlama ve tecrit gerçekleştirilmektedir. Söz ve eylemleri, demokrasi/yerli-millîlik adına olmakta bu da kendileri için bir korunma zırhı teşkil etmektedir. Kendilerini özdeşleştirdikleri bu kavramlar seti vasıtasıyla, öznellikleri meşrulaştırılmakta, salt bu konumda bulunmaları söz ve eylemlerinin geçerliliği için yeterli bir gerekçe sunmaktadır. Eylem ve sözün toplumsal işleyişteki gözlemlenebilir bir davranışa kaynaklık edip etmediği, ederse ne yönde, nasıl bir değişikliğe önayak olduğu göz ardı edilerek kendilerine atfettikleri “demokrat”, “millî ve yerli” etiketiyle meşruiyetin zemini oluşturulmaktadır.

Başkasını değersizleştirerek, daha da ileri gidip aşağılayarak kendi konumunu yükseltmek bir yöntem olarak kullanılabilmektedir. Kendi de aynı eylem ve hareket biçimine sahip olması durumunda kendisini ötekinden farklı kılan noktayı “demokrat duruş” veya “yerli-millî duruş” söz terkibiyle sağlamaktadır. Başka bir deyişle, aynı davranış biçiminin uygulayıcılarından birini “meşru” birini “gayrimeşru” olarak konumlama iradesi, kendilerine atfettikleri kavramların araçlaştırılmasında bulunabilir. Bütün bu davranış biçimleri “demokrasi” realitesinin özüne inilememesinin ve ne kadar yüzeysel bir algılayışa ve kavrayışa sahip olunduğunun da göstergesidir.

Devletin ve egemen iktidarın hizmetindeki aydınlar grubu, bu iktidarın nimeti olarak sağlanan meşruiyet bağını da kullanarak evrensel özgürlük mefhumları üzerinde bir hegemonya kurmaktadır. Toplumsal ve kültürel bir çerçevede, demokrasinin gereği olarak “millet” zemininde bir meşruiyet değil de “iktidar” zemininde bir meşruiyet kısa sürelidir. İktidarın bitiminde meşruiyette biter. Millete dayanan bir meşruiyet ise ancak milletin bitimiyle sona erecektir.

Nereden gelirse gelsin her zorbalığa, her türlü baskı biçimine, hakikati manipüle edici tavırlara, eylemlere, düşüncelere karşı çıkmak ve düşünceler üzerinde hegemonya kuran kavramaları, klişeleri, sloganları kırmak, bunları afişe etmek, görünür kılmak gerekir. Bilinenden, görünenden korkulmaz.

***

İktidarın sürekliliğini sağlamaya yönelik herhangi bir işletici, üretici eyleme katılmayan birey, grup ve kurumların kontrol altına alınmaya çalışılması toplumun siyasi çeşitliliğinin önünde bir tehlike olarak durur. Kontrolün bir diğer yöntemi de toplum katmanlarında siyasi hükümetin iktidarını kabullenmeyenlerin üretilen kavramlar aracılığıyla denetim altına alınarak zihinsel ve bedensel bir kontrol mekanizması oluşturulmasıdır.

Aynı meslek, grup, kültür zümresine dahil olan rakiplerini “demokrasi, yerlilik-millîlik” adına yargılayarak suçlu ilan etmek Yeni Türkiye’nin yeni iktidar elitlerinin mütebariz vasfı haline gelmiştir. Bu zümreye dahil olmayanlar dün darbeci, İttihatçı, Ergenekoncu, vesayetçi idi; bugün terörist ve FETÖCÜ’dür.

Hükümetin entelektüelleri denilebilecek yeni iktidar seçkinleri, kendilerine kayıtsız şartsız biat etmeyen yayın organlarına çeşitli türde ithamlar yöneltiyordu. Mesela, geçmişte Hürriyet gazetesini eleştirirken “Yeniçağlaşan Hürriyet” terkibini kullanıyorlardı. Kürt Açılımı adındaki terör örgütü ile yürütülen “pazarlığın” bütün hızıyla sürdüğü dönemde 24 şehit verdiğimiz PKK saldırılarında CNN TÜRK’te bir program yapımcısı da Sözcü gazetesinin manşetini okurken “yine ajite edici bir manşet atmış” diyordu. Sunucunun ajite edici dediği manşet, Sözcü’nün hükümeti eleştiren bir manşet kullanmasıydı. Bugün geldiğimiz noktada artık muhalif partiler dahi terör konusunda hükümeti eleştiremiyor.

Ne de olsa Türk toplumunda “muhalif” olana iyi gözle bakılmaz. O zaman ölçü Türk toplumunun siyasi değerleri mi olmaktadır? Bunun toplumsal meşruiyet kaynağı ise yani muhalefeti olumsuzlamanın ve iktidarı savunmanın meşruiyeti “millet iradesi”dir! Bütün gazete patronlarının ve gazetecilerin iktidar partisi karşısında hizaya girmesinin başka anlamı ne olabilir?

Fazla uzatmaya gerek yok. Bunun tek sebebi vardır: otoriter bir zihniyet yapısına sahip olmak. Ahlaki, siyasi, kültürel, dinî değerlere yalnız kendini mündemiç görmek. Demokrat, yerli, millî olarak kendini addetmek ve bunların kalesi olarak kendini konumlamak. O zaman düşman da size karşı olandır. Bizzat “siz” demokrasinin, millîliğin, yerliliğin ölçütüsünüz.

Bugün geldiğimiz noktayı anlamak için çok uzağa değil, Ergenekon kumpasının, Kürt Açılımı’nın gündemi kapladığı yakın zamanda bir yolculuk yapmak iyi olur. Aşağıda yapacağım alıntıya dikkat edelim. Bu kişi bugün muhalif de olsa zamanında bir gazetenin yayın yönetmenidir. Hukuk kurallarını yok saymayı doğal bir davranış biçimi haline getiren, devam eden bir hukuki dava hakkında, yani Ergenekon davalarında, her gün yayın yaparak yasaları çiğneyen bir gazetenin yayın yönetmenidir. Ama bütün kanunlar, anayasa “demokrasi” için çiğnenebilir. Bunun meşruiyeti demokrasiyi savunmaktadır. İşte alıntı:

Kimse şaşkınlığını bilgisizliğine yormasın. Bu ülkede bir oyun oynanmıyor; aksine her şey çok açıktır. Açık olan bir savaşın başladığıdır. Anayasal sistem artık ortak bir yükümlülüğün ve düzenlemenin adı değildir. Hukuk, AK Parti’ye karşı siyaset savaşının, topluma karşı düşmanlık ve kinin koçbaşıdır. Bu savaşı kutsallaştıranlar için hukuk bir araçtır; savaşı kazanmak için bazen koltuk değneği bazen tank mermisidir… söz bitti sözleşme bitti.”[2]

Her gün yazarlarının büyük bölümü bu “dil”i kullanan, sürekli bir savaş ve ithamla, bugün “kumpas” dedikleri Ergenekon davaları ile her türlü hukuksuzluğa zemin hazırlayan bir zihin dünyası. Ne demek istediğimizi bu örnek daha iyi anlatmaktadır. Demokrasi tüccarı ve sadece kendini demokrat kabul eden bir zihniyet yapısı ve siyasi bilinç. Partinin yani AKP’nin bir din “gibi” algılanarak ilişki biçimini bu temele oturtmaktadır. Bu noktainazardan kendi dinlerine mensup olmayanları rahatlıkla aforoz etme, dışlama, hakaret etme, yani “ötekileştirme” hakkını “demokrasi, millîlik, yerlilik” aracılığıyla kendilerinde görmektedirler.

Hegemonyanın bir öznesi olmayı reddetmek bir erdemdir. Hegemonyanın psikolojik baskı araçlarına karşı direnmek, çarka dahil olmamak, bağımsız, ilkeli bir duruş sergilemek insan olarak “varolma”nın bir vasfıdır. Kavramlara esir olunmamalıdır. Kavramlarla mücadele etmek gerçek bir “demokrat”ın birinci görevidir. İktidar her aracı hegemonyası için kullanır, kullanıma sokar. Bizim için önemli olan bu hegemonyayı oluşturan, bizi çepeçevre saran anlamlar evrenini dönüştürmeye çalışan mekanizmanın işlerliğini sağlayan ana sistematiği yani “kavramları” öz anlamında korumaktır.

Velhasıl bu ülkede demokrasinin en büyük düşmanı ve demokratikleşmenin zihniyet boyutunda önündeki temel engel “demokrasi tacirliği” idi; bugün “yerli ve millî” söylemidir. Her bir ideolojinin mensuplarının sadece kendilerini, iyiye, doğruya, ileriye, güzele layık görüp ötekini “yok etmesi”dir. Bu tavır Türk düşüncesinde olduğu kadar siyasi yaşamında da ciddi bir sorundur. Yıllarca kendilerinden olmayanı belki de haklı gerekçelerle “kartel medyası”, “yanlı medya”, “iktidar beslemesi” vs. diye suçladıkları gruplardan pek bir farkları kalmadıklarını hatta haksızlık yapmayalım onları aratır duruma gelindiğini belirtelim.


[1] “Nominalist aydınlar” konusunda şu çalışmalarımızda geniş bilgi vardır: İkbal Vurucu, Nominalist Aydınların Soykütüğü-1: Terör Eksenli Bir Analiz, Konya: Gençlik Kitapevi, 2011; Nominalist Aydınların Soykütüğü-2: Türk Kimliği Eksenli Bir Analiz, Konya: Gençlik Kitapevi, 2011  

[2] Mustafa Karaalioğlu, “Söz Bitti, Sözleşme Bozuldu”, Star Gazetesi, 6 Haziran 2008.


*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.

Visited 47 times, 1 visit(s) today

Close