10:06 am Tarih

Atatürk Döneminde Türk-Sovyet Sınır Sorunları – 1

Genel olarak Atatürk döneminde Türkiye ile Sovyetler Birliği arasındaki ilişkilerin iyi olduğu, herhangi bir sorun olmadığı düşünülür. Elbette, özellikle Batılı ülkelerle sorun yaşandığı dönemlerde iki ülke arasında ciddi bir yakınlaşma ve müttefik tarzında hareket ettiği görülür. Bununla birlikte gerek iki ülkenin askerî birlikleri olsun, gerek kaçakçılık amacıyla olsun, gerekse de hayvancılık nedeniyle olsun sınır hattında sık sık sorunlar çıkmıştır.

Bu sorunların çözümü için 6 Ağustos 1928 tarihinde Ankara’da “Türkiye ile Sosyalist Şuralar Cümhuriyetleri İttihadı Hududunda Zuhur Eden İhtilâfatın Usulü Tetkik ve Halli Hakkındaki Mukavelename”[1] imzalanmış, sınırda çıkabilecek her türlü sorunun engellenmesi ve çözümü amaçlanmıştır. Bu sözleşme, beş yıllık olacak şekilde imzalanmış, ondan sonra da her altı ayda bir uzatılmış, sonunda da 15 Temmuz 1937 tarihinde aynı isimle yeni bir sözleşme imzalanmıştır.[2]

Her iki sözleşmede de bilinen sınır tecavüzleri ve eşkıyalık faaliyeti dışında, sınır bölgesindeki karakollara, nöbetçilere veya özel kişilere yönelik ölümcül olmayan silahlı saldırılar, sınır üzerindeki evcil hayvanların durumu, silahlı kişilerin siyasi olmayan hareketleri, sınır bölgesinde yaşayanların bilmeden yaptığı hareketler “ufak tefek ihtilâfat” olarak tanımlanmıştır.

Bununla birlikte bu sözleşmelerin sorunları çözmede çok da işe yaramadığı görülmektedir. Nitekim, 15 Nisan 1931 tarihinde[3] İçişleri Bakanı Şükrü Bey ile Sovyetler Birliği’nin Ankara büyükelçilik müsteşarı ile bu konuda uzun bir görüşme yapılmıştır. Görüşme sırasında Sovyet diplomat, doğrudan sınırdaki Türk komutanları ve subayları suçlamış, görevlerini yapmadıklarını belirtmiştir. Bununla birlikte aynı dosya içinde yer alan, bakanlığın 24 Aralık 1930 tarihli raporunda Ermenistan bölgesinde Sovyet tarafından kaynaklanan 25 sınır ihtilafı olmuşken, Türk tarafından kaynaklanan sadece bir ihtilafın olduğu belirtmektedir.

Elbette, Türk-Sovyet sınırının dağlık yapısından ötürü, söz konusu dönemde kontrolü sağlamak oldukça zordur. Bununla birlikte bizim konumuz zaten basit kaçakçılık konuları olmayacaktır.

*

Ele alacağımız iki olaydan ilki, 1931 yılının ilkbahar ve yaz aylarında Sovyet birliklerinin sınırlarımıza gerçekleştirdiği saldırılardır. Ancak ne yazık ki bu iki saldırının kesin tarihini ve saldırı noktasını tespit edemiyoruz. Bunda devletin, maalesef, çok geç haberdar olmasının payı büyüktür. 16/02/1932 tarihli,[4] Gazi Mustafa Kemal imzalı kararnameye göre ancak Dâhiliye Vekâleti’nin (İçişleri Bakanlığı) 12/02/1932 tarihli yazısıyla haberdar olunabilmiş ve olayları yerinde incelemek, bir daha olmamasını sağlamak üzere nelerin yapılabileceği üzerinde inceleme yapılması için bir heyet oluşturulmuş. Ancak kesin bir sonuç alınamamış olacak ki 1934 yılında yeni bir komisyon oluşturulmuş, 1937 yılında Kurmay Yarbay A. Cevad Baydar olayı araştırmakla görevlendirilmiştir. Ancak maalesef, herhangi bir sonuç alınamamıştır.

Bununla birlikte saldırının yaşandığı bölgenin, kesin olarak noktasını tespit edemesek de Ardahan çevresi olduğunu söyleyebiliriz. 26/01/1937 tarihli kararnameyle olayın araştırılması için görevlendirilen Kurmay Yarbay A. Cevad Baydar başkanlığındaki komisyonda Ardahan kaymakamının da görevlendirilmiş olduğunu görüyoruz. Her ne kadar olaya dair Türk belgelerinin hiçbirinde yer bilgisi olmasa da Ardahan kaymakamının görevlendirilmesinden dolayı olayın bu bölgede gerçekleştiğini söylemek, sanırım yanlış olmaz.

Saldırının yaşandığını tahmin ettiğimiz Ardahan bölgesinin Sovyet (bugünkü Gürcistan) tarafına baktığımızda iki yerleşim göze çarpmaktadır. Ahıska ve Ahılkelek. İki bölge de Türk nüfusuyla bilinmektedir. Öyle ki Sovyet lideri Stalin’in 1944 yılında Ahıska Türklerini sürgün etmesine kadar nüfusun çoğunluğunu Türkler oluşturmaktaydı. Dolayısıyla saldırıların bu bölgeden yapılmış olmasının, bölgenin nüfusuyla ilgili olduğunu söylemek çok yanlış olmaz. Zira bütün Türk-Sovyet sınırı boyunca Batum ve Nahçıvan dışında Türk nüfusun yoğun olduğu tek bölge burasıdır. Ancak Batum ve Nahçıvan’ın Türkiye garantörlüğünde oluşu göz önüne alındığında, sınır hattında Sovyet saldırısı için uygun tek Türk yerleşimi olarak burası kalıyor.

Diğer olay ise 13 Ekim 1937[5] gecesi yaşanmıştır. Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti topraklarından yer alan, Araks yakınlarındaki Kazahan bölgesinden Türkiye’ye doğru Kızılordu birlikleri, üç saat süreyle makineli tüfek ve piyade tüfeğiyle atış yapmış, mermiler Türkiye topraklarındaki Dize (günümüzdeki ismi Koçkıran) köyünün üzerinden geçmiştir. Hatta çok sayıda mermi, köyün içine düşmüştür. Her ne kadar herhangi bir ölüm ya da yaralanma olayı yaşanmasa da bu durum köy ve çevresinde büyük korkuya yol açmış ve hemen Kars Valiliğine bildirilmiştir.

Tabii bu olayda bölgede sık sık yaşanan iki taraflı eşkıyalık faaliyetlerinin rolü olduğu gibi, Türkiye sınırlarındaki Sovyet topraklarında yaşayan Türklerin, sık sık Türkiye’ye iltica etmesinin de payının büyük olduğunu söylemek gerekir. Aras Nehri’nin, görece kolay aşılabilir bir sınır olmasının etkisiyle birçok Türk ailesi ve köyü, Türkiye’ye iltica etmek istemiş, bu yüzden de Sovyet sınır muhafızları ve askerleri tarafından sık sık ateş açılmıştır. Bununla birlikte herhangi bir hedef gözetmeksizin üç saat süreyle Türkiye’ye doğru yoğun bir makineli tüfek ve piyade tüfeği ateşinin açılması, bölge halkına yönelik korkutma amacı taşıdığını da göstermektedir.

Bununla birlikte Türkiye ile SSCB arasındaki ilişkileri derinden etkileyen bir kararın, bu olayların artmasında etkili olduğunu söylersek, yanlış olmaz. Sovyetler Birliği’nde yer alan ve Türk vatandaşlarına ait mallara ve mülklere el konulmasına karşılık olarak Türkiye, 25 Şubat 1931 tarihli kararname ile Türkiye’deki Rus mallarına ve mülklerine de el koyma kararı almıştır. Sovyetler Birliği’nde yaşayan Türk vatandaşlarının mülkleriyle mallarına el konması üzerine mütekabiliyet ilkesine göre Türkiye’de yaşayan Rusların mallarına ve mülklerine el konulmasına karar verilmiştir. Bu da Sovyet yöneticilerin tepkisini çekmiştir.

Elbette, bu sınır tecavüzleri ve ihtilafları, göreceli olarak küçük boyutlu olabilir. Ancak ilerleyen süreçte, özellikle Atatürk’ün ölümünün ardından, derinleşecek ve 2. Dünya Savaşı’nın ardından Stalin’in resmen Türkiye’den toprak talebine dönüşecektir.


[1]     T.C. Resmî Gazete, 9 Mart 1929 Cumartesi, s:1128 https://www.resmigazete.gov.tr/arsiv/1138.pdf (Erişim tarihi: 6 Ekim 2023)

[2]     T.C. Resmî Gazete, 9 Temmuz 1938 Cumartesi, s.3955 https://www.resmigazete.gov.tr/arsiv/3955.pdf (Erişim tarihi: 6 Ekim 2023)

[3]     BCA, 30-10-0-0/MGM, 248-676-4

[4]     BCA, 30-18-1-2/KDB (1928- ), 32-71-3

[5]     BCA, 30-10-0-0/MGM, 249-683-11


*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.

Visited 247 times, 1 visit(s) today

Close