İki yazıdan oluşan bu serinin ilk bölümünde 1931 ve 1937 yıllarında yaşanan sınırdaki iki olaydan söz etmiştik. Bu kısımda ise üç olayı inceleyecek ve bunlar üzerinden hareket edeceğiz. Bilindiği üzere Türk-Sovyet sınırı, kesin şeklini Kars Antlaşması ile almıştır. Bununla birlikte bölgenin coğrafi yapısı ve ulaşımın zorluklarından ötürü sık sık sınırla ilgili sorunların yaşandığı bilinmektedir. Gerek kaçakçılık, gerek iki taraftaki göçebe unsurlar, gerek hayvan otlatmaktan kaynaklanan sorunların yanında zaman zaman askerî birliklerden kaynaklanan sorunlar da olmuştur.
Burada ele alacağımız üç olay, birbirine yakın tarihlerde gerçekleşmiştir. İlki, 28 Ağustos 1928 tarihinde Ardahan’ın Çıldır ilçesindeki Gökdağı bölgesinde; diğeri 28 Şubat 1929 tarihinde Kars’ın Digor ilçesinin (o dönemde Kağızman’a bağlı) Halıkışlak köyünde; bir diğeri de 5 Mayıs 1929 tarihinde Artvin sınır bölgesinde gerçekleşmiştir. Dolayısıyla 6 Ağustos 1928 tarihinde Ankara’da imzalanan “Türkiye ile Sosyalist Şuralar Cümhuriyetleri İttihadı Hududunda Zuhur Eden İhtilâfatın Usulü Tetkik ve Halli Hakkındaki Mukavelename”[1] ile bağlantısı olduğu düşünülebilir. Ama ilk yazımızda da, yukarıda da belirtildiği gibi bu olayların engellenmesi konusunda çok başarılı olunamamıştır.
Ele alacağımız olayların ilki için “İbrahim oğlu Ali Olayı” adını verebiliriz. Zira yaşanan olayda Ardahan Hudut Taburu erlerinden olan İbrahim oğlu Ali’nin ölümüyle sonuçlanmıştır. 28 Ağustos 1928 tarihinde yaşanan bu olayla ilgili Hâriciye Vekâleti (Dışişleri Bakanlığı) tarafından Moskova Büyükelçiliğine yazılan yazıda şöyle denilmektedir:[2]
“Moskova Büyük Elçiliğine
Sovyet Sefaretinden alınan 3 Teşrinievvel 1928 tarihli ve 134/1419 nümerolu takriri şifahide 28 Ağustos 1928 günü müsellâh iki Türk askerinin Gökdağı tarafından hududu geçerek Rus erazisindeki çobanlardan zahire talep eyledikleri ve bu esnade teslim olmalarını ihtar eden Sovyet hudut muhafızlarına silâhla mukabeleye kalkışmaları üzerine atılan kurşunlarla mezkûr iki askerden Ardahan hudut taburu efradından İbrahim oğlu Alinin maktul düştüğü bildirilmekte ve badema bu gibi müessif hadisatın tekerrürünü men için icap eden tedabirin ittihazı iltimas olunmakta idi. Bunun üzerine bu hadiseye dair tahkikat icrasiyle neticenin iş’arı 27 Teşrinievvel 1928 de Dahiliye Vekâletine yazılmıştı. Ahiren mezkûr Vekâletten alınan cevapta İbrahim oğlu Alinin, yapulan tahkikat neticesinde, sui niyetle hududu geçtiği kaviyen tahmin olunmakta ise de bunun vesaike istinat ettirilemediği bundan başka mumaileyhin derdest edilerek karakolumuza iadesi mümkün olduğu halde katledilmesinin dos[t]luk menafiine mugayir bulunduğu bildirilmektedir. Bu mesele hakkında Soviyet Hariciye Komiserliği tarafindan muracaat vuku bulduğu taktirde sureti münesebede idarei kelam buyrulmasini rica ederim efendim.”
Eğer er İbrahim oğlu Ali ile yanında olan ve ismini bilmediğimiz diğer asker, silahlarını kullanmış ve bir çatışma durumu olmuş olsaydı, burada “silâhla mukabeleye kalkışmaları üzerine” yerine ““silâhla mukabele etmeleri üzerine” denmesi gerekirdi. Kaldı ki, böyle bir durumda İbrahim oğlu Ali’nin öldürülmesi de, benzeri birçok örnekte olduğu gibi, yadırganmazdı. Ancak belli ki bu iki askerimiz silahlarını kullanmaya fırsat bulamamıştır. Bununla birlikte askerlerimizin Sovyet tarafındaki bir çobandan zahire istemesi ise ilginç bir durumdur. Zira zahire; tahıl, erzak anlamlarına gelir. Sınırda görevli olan askerlerimizin Sovyet tarafındaki bir çobandan zahire istemesi de aslında, ciddi bir gıda sıkıntısına işaret eder.
Bununla birlikte olayın yaşandığı bölge, Çıldır’ın Aktaş gölünün çevresinde yer alan Gökdağı etekleridir. Bu bölgede, Kur Vadisi gibi, çok sarp bölgeler olsa da, geçişin nispeten çok kolay olduğu bölgeler de vardır. Bununla birlikte Moskova Büyükelçiliğine gönderilen bu söz konusu yazıda askerimizin suiniyet ile sınırı geçtiğinin tahmin edildiği belirtilmektedir. Kaçakçılık olaylarının çok fazla yaşandığı bir bölgede, elbette bu ilk akla gelecek ihtimallerden biridir. Ancak bir çobanı soymak isteyen askerlerin, hayvan yerine neden zahire istediği sorusunun da akla gelmesi gerekir.
Ele alacağımız diğer olay için de “Halıkışlak Olayı” adını verebiliriz. Bu olay, 28 Şubat 1929 tarihinde sınırdaki Türk askerlerinin Sovyet Kızılordu askerlerine ateş açmasıyla yaşanan bir olaydır. Bu olayda iki taraftaki askerler arasında ölen ya da yaralanan olmamıştır. Bununla ilgili olarak Hâriciye Vekâleti (Dışişleri Bakanlığı) tarafından Dâhiliye Vekâletine (İçişleri Bakanlığı) yazılan yazıda şöyle denilmektedir:[3]
“Dahiliye Vekâletine
Sovyet Sefaretinden alınan 22 haziran 1929 tarih ve 73 numaralı takrirde 28 Şubat 1929 tarihinde 42 numaralı hudut direği civarında Halil Kışlak postasından bir Türk askerinin Sovyet erazisi cihetinde Hacı Bayram köyü methalindeki kızıl ordu neferleri üzerine ateş ettiği ve 20 tarihinde ayni hadise 41 ve 42 numaralı direkler arasında tekerrür eylediği ve bu sefer Arpaçayın sovyet sahilini takip eden iki kızıl askerin çalılığa gizlenmiş bir Türk askeri tarafından ateşe tutulduğu zikredilmekte ve Sovyet hudut zabiti her iki vakayı da tam vaktinde Türk hudut zabitine bildirdiği halde Türk hudut zabitinin mahalli ictimaa gelmediği ilâve olunarak bu bapta tahkikat icrası iltimas edilmektedir. Keyfiyetin tahkik ve iş’arı rica olunur efendim.”
Yazıda yer alan Halil Kışlak, Halıkışlak adını taşıyan bir köydür. Günümüzde Türkiye-Ermenistan sınırını çizen ve Arpaçay kenarında yer alan bu köy, karşısındaki Bagaran köyü ile birkaç yüz metre mesafede yer almaktadır. Yazıda yer alan Hacı Bayram adı ise şimdiki Bagaran köyünün eski adıdır. Eskiden bir Türk köyü olan bu yer, günümüzde bir Ermeni köyüdür. Köy halkı, Sovyet yönetimi sürecinde Türkiye’ye göç etmiş ve hemen karşısındaki Halıkışlak köyüne yerleşmiştir.
Bununla birlikte bu bölgede birkaç defa Sovyet Kızılordu askerlerinin üzerine ateş açılması, oldukça ilginç bir durumdur. Bu bölgede yaşanan iki olayda da Kızılordu askerlerinin üzerine bir askerin ateş açmış olması, iki olayı da aynı asker mi yaptı sorusunu ister istemez akla getirmektedir. Bununla birlikte bölgedeki sorumlu Türk subayının Sovyet subayı ile görüşmeye gelmemesi de ayrı bir ilginçlik taşımaktadır. Bununla birlikte bu iki olayda da ölen ya da yaralanan olmaması, iki taraf açısından olumlu bir durumdur.
Ele alacağımız üçüncü olay ise 5 Mayıs 1929 tarihinde Artvin sınır bölgesinde gerçekleşmiştir. Ancak yapısı ve yaşananlar itibarıyla diğerlerinden farklılıklar taşımaktadır. Bu olayla ilgili Hâriciye Vekâleti (Dışişleri Bakanlığı) tarafından Moskova Büyükelçiliğine yazılan yazıda şöyle denilmektedir:[4]
“Moskova Büyükelçiliğine
8-5-29 tarihinde Artvin hudut mıntıkasında 313 numaralı hudut direği hizasında 150 metro arazimiz dahiline giren ve hudut devriyelerimizin tevekkuf işaretine ateşle mukabele eden üç sivil şahsın ve bunları himaye için kezalik 10 metro arazimiz dahiline girerek ateşe iştirak eden Sovyet hudut askerlerinin bu suretle vukua gelinmiş oldukları hadise hakkında Şark Hudut Kumandanlığının Dahiliye Vekâletinden mürsel 30-6-29 tarihli raporu sureti teffen taktim kılınmışdır.
Tekerrür etmekte ve acemi efrada yükletilmek suretiyle kapatılmakta olan bu gibi müessif hallere nehayet verilmesi için münasip tarzda teşebbüsat icra ve nediceden malumat itası rica olunur efendim.”
Burada ilginç olan nokta, Sovyetler üzerinden Türkiye’ye kaçak olarak giren üç sivil kişinin, Türk askerlerinin uyarısına ateş açarak karşılık vermesi ve en önemlisi de hemen ardından Sovyet Kızılordu askerlerinin de devreye girerek, Türk tarafına girerek, bu üç kişiye destek vermesi. Buradan anlayacağımız üzere bu üç kişinin ne kadar önemli olduğu görülüyor. Sovyetlerin Türkiye’ye gönderdikleri casuslar için genelde Çoruh yolunu kullandıkları, Artvin üzerinden hareket ettikleri bilinen bir durumdur. Mesela 2/4228 numaralı ve 20/3/1936 tarihli, Cumhurbaşkanı Atatürk imzalı bir Bakanlar Kurulu Kararnamesinde Batum’a giderek öğretmenlik yapan Muallim Ahmed adlı birinin Sovyetlerden Türkiye’ye sığındığı ve Çoruh’a (Artvin) yerleştiği, ancak GPU adına çalışan bir Sovyet casusu olduğu anlaşıldığından o bölgede olmasının tehlikeli olduğu için Niğde’ye sürgün edildiğinden söz edilmektedir.
Gerek ilk yazıda gerekse de bu yazıda Atatürk dönemindeki Türk-Sovyet ilişkilerine farklı bir noktadan bakmak ve buna göre bir yön çizmenin önemini göstermek istedik. Elbette, yaşanan olaylar, küçük çaplıdır ve bazılarına göre münferit olabilir. Aynı şekilde bölgenin dağlık yapısı ve ulaşım zorluğunun da dikkate alınması gerekiyor. Ancak bu olayların geçen süreyle birlikte kademe kademe artması, nihayetinde Sovyetlerin sınır bölgelerindeki Türkleri sürgün etmesi ve toprak talebiyle birlikte geldiği yeri göstermesi açısından önemlidir
[1] T.C. Resmî Gazete, 9 Mart 1929 Cumartesi, s:1128 https://www.resmigazete.gov.tr/arsiv/1138.pdf (Erişim tarihi: 6 Ekim 2023)
[2] DBTDA, 571/34437-135519-1
[3] DBTDA, 571/34437-135516-32
[4] DBTDA, 571/34437-135517-10
*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.