7:35 pm Tarih

Bir Ulus Nasıl Mahvedilir?

Kötülüğün Sıradanlığı
 “… Savcı da ardı ardına tanıklara “Neden karşı çıkmadınız?”, “Neden trenlere bindiniz?”, “Siz orada tam on beş bin kişiyken başımıza sadece birkaç yüz muhafız vardı – neden ayaklanmadınız? Ya da saldırmadınız?” gibi sorular sorarak var gücüyle bunun üzerine gidiyordu.”[1]
Sahne 1: Trajedinin Başlamasından Önce
  Naziler iktidara geldiklerinde Yahudi nüfusu 67 milyonluk Almanya’da 505 bine tekabül ediyordu.[2] Avrupa’nın genelinde ise Yahudi nüfusu 9,5 milyondu. Parçalanmış ve küçük düşürülmüş Almanya’yı yükseltmenin önündeki tek engelin Yahudiler olduğunu düşünen Naziler Nürnberg toplantısından sonra 1935′ te Reich Vatandaşlık Anayasası’nı çıkardılar. Buna göre Reich vatandaşı olarak kan ve akrabalık yoluyla Alman olanlar vatandaş sayılıyordu. Bu yasanın hemen ardından çıkan Alman Kanını ve Alman Onurunu Koruma Yasası‘yla beraber Yahudilerle Almanlar arasında evlilik yasaklanıyordu. Yasa ayrıca Yahudi bir ailenin kırk beş yaş altındaki bir Alman kadını hizmetçi olarak çalıştırmasını yasaklıyordu.

Peki, bu kanuni kısıtlamaların Yahudi cemaati üzerinde etkisi neydi? Nazilerin çıkardığı kanunlardan sonra Yahudiler artık ileri gidilmeyeceğini düşünüyordu. Hatta Yahudi cemaatinin ileri gelenleri Nazi yetkilileriyle müzakereye girişmişlerdi. Bunun nedenini sorgulayacak olursak çok basit bir gerçekle karşılaşırız; Yahudiler zaten Avrupa’da ayrımcılığa uğruyorlardı. Daha yüzyılın başında Dreyfus Davası meydana gelmişti. Öte yandan Yunan ordusu 1912’de Selanik’e girince Yahudi cemaatinin önemli kısmını katletmiş, mallarını yağmalamıştı.[3]

Naziler her ne kadar anayasal olarak Yahudileri vatandaşlık tanımından çıkarsa da Yahudiler üzerindeki somut baskıları yavaş yavaş hayata geçiriyordu. Kamu sektöründeki Yahudilerin işlerine son verilse de özel sektöre hiç dokunulmuyordu. Trajik olan, Yahudi cemaati ileri gelenlerinin bu dönemde umutlu olmasıdır. Nazi hükümeti tarafından kurulan tüm Yahudi cemaatlerin altında birleştiği Reichsvertretung Nürnberg Yasalarının temel amacının “Alman ve Yahudi halkları arasında, idare edecek kadar ilişki kurmayı mümkün kılacak zemin oluşturma” olduğunu iddia ediyordu.[4] Genel olarak Yahudiler arasında hala antlaşma potansiyelinin olduğu inancı mevcuttu. Yıllar sonra Eichmann, Kudüs’te yargılanırken kendisine neden Yahudilerin bu süreçte uzlaşma yoluna gittiği sorulunca Yahudi cemaati tarafından o dönem umumiyetle kullanılan bir deyimi kullanacaktır: “Yerken hiçbir şey pişerkenki kadar sıcak değildir.”

Reich ve Yahudi cemaati arasındaki bu stabil durum 9 -10 Kasım 1938’de gerçekleşen Kristallnacht’la değişmiştir. Söz konusu olay Yahudilerin kendilerini bekleyen facianın ne kadar büyük olduğunu fark etmelerini sağlamıştır. Ailesi tehcir edilen bir Yahudi gencin Alman diplomatı vurmasıyla başlayan olayda, Nazi hükümetinin ağır tahrikiyle Almanya ve Avusturya’da yüze yakın Yahudi öldürülmüş, yüzlerce sinagog tahrip edilmiş, otuz bin Yahudi de toplama kamplarına gönderilmiştir. Üstüne üstlük, hükümet kendisinin ateşlediği olayların sonuçlarından dolayı Yahudilerden tazminat talebinde bulunmuştur. Bu olaydan sonra Yahudi göçleri artış göstermişti. Yahudiler mallarını çok ucuz bedellere satarak Almanya’yı terk ediyorlardı. Naziler Artık deyim yerindeyse Yahudi politikalarının ikinci fazına geçmişlerdi.
Sahne 2: Faili Tanımak: Otto Adolf Eichmann
“Zorlu bir hayatı lidersiz, tek başıma sürdürmek zorunda olduğumu anladım; kimseden direktif almayacaktım, artık kimse bana emir vermeyecekti, gerektiğinde başvurabileceğim bir yönetmelik olmayacaktı. Uzun lafın kısası; zorlu bir hayat bekliyordu beni.”[5]

Adolf Eichmann 19 Mart 1906 tarihinde Rheinland’da doğdu, 11 Mayıs 1960 tarihinde Arjantin’in Buenos Aires kentinde yakalanarak bir sene sonra 11 Nisan 1961’de Kudüs Bölge Mahkemesine çıkarıldı. Yakalandığında “Ricardo Klement” isimli sahte kimliğe sahip olsa da İsrailli yetkililerin elinde olduğunu bildiği halde oldukça rahattı. Adeta yakalanmayı istiyor gibi bir ruh haline sahipti. Mahkeme tarafından II. Dünya Savaşı boyunca Yahudi halkına, insanlığa karşı suçlar işlemekle suçlanıyordu. Halbuki Eichmann’a göre bu iddianamede suçsuzdu. Çünkü hayatı boyunca ne bir Yahudi’yi ne de başka bir insanı öldürmüştü. Dahası, Eichmann savaş öncesinde kişisel iş hayatında Yahudilerden yardım almıştı.

1933 senesinin ilkbaharında Eichmann, hayatını değiştirecek bir karar almıştı; Nazi partisi ve teşkilatı faaliyetlerini yasaklayan Avusturya’dan Almanya’ya geçti. Çok geçmeden SS kamplarına katılıp çeşitli eğitimler aldı. Eğitimi bittikten sonra SS’in Güvenlik Servisi’nde çalışmaya başladı.

Eichmann, Güvenlik Servisi’nin haberalma departmanında çalışmaya başlamıştı. Güvenlik Servisi (Sicherheitsdienst) 1931’de Himmler tarafından (Ich-Dienst) İstihbarat Servisi olarak kurulmuş,1933’te bilinen ismini almıştır. Nazilerin iktidara gelmesinden sonra adı değişen kurumun başına Reinhard Heydrich getirilmiştir. Eichmann SD’de[6] göreve başladığında ilk görevi Masonlukla ilgili bütün bilgileri toplayıp Masonluk müzesinin açılması için yardım etmekti. Naziler, ideolojilerinin temel düşmanı olarak gördüğü etnik ve dinî gruplar hakkında bilgi toplayıp müze açmakta oldukça hevesliydiler. Dört beş aydan sonra Eichmann Masonlukla ilgili çalışmadan alınıp Yahudilerle ilgili çalışmaya başlayınca oldukça sevinmişti. Bu çalışmadaki ilk görevi ünlü Siyonist Theodor Herlz’in “Der Judenstaat” (Yahudi Devleti) kitabını okuyup incelemekti. Eichmann daha sonra Siyonistlere özel ilgi duyacaktı.

Öyle ki 1939’da Herlz’in Viyana’daki mezarına saygısızlık yapanları cezalandırmış ve sivil giysiler içinde Herlz’in otuz beşinci ölüm yıldönümünde düzenlenen anma törenine katılmıştı. Naziler, Siyonistleri “İyi Yahudiler” olarak görüyorlardı. Çünkü onlara göre Siyonistler de meseleye millî açıdan bakıyordu. Eichmann, Viyana’da görevdeyken Yahudilerle oldukça kibar ilişkiler kuruyordu. Ülkeyi terk etmek isteyen yahut herhangi bir sebepten ötürü sorunu olan Eichmann’ın yanına geliyordu. Eichmann kendisinden herhangi bir konuda yardım istemeye gelenlere, özellikle de Siyonist’se oldukça saygılı davranıyor, sorunlarını çözüyordu. Eichmann’ın Siyonistlerle arasının iyi olmasının bir sonucu olarak Yahudilerin Avrupa’dan sürülüp Madagaskar gibi başka ülkelere yerleştirilmesinin konuşulduğu dönemde Filistinli bazı Yahudiler Eichmann’ı ziyaret etmiş, ona Filistin’e gelmesi için teklifte bulunmuştur. Teklifi kabul eden Eichmann, gazeteci kimliğiyle[7] o dönem İngiliz mandasında olan Filistin’e gitmek istemiş ancak Filistin’deki Yahudi nüfusunu sınırlı tutmak isteyen İngiltere Eichmann ve yanındaki yetkiliyi sınır dışı etmiştir. Kahire’ye dönen Eichmann burada dönemin bölgedeki Yahudi askerî teşkilatı Haganah’tan yetkililerle görüşmüştü.[8] Bu görüşme savaş sonrası da bahis konusu olacaktır; 1947 tarihli bir Müttefik belgesine göre Eichmann’ın İbranice bildiği ve daha önce Haganah’la ilişki kurmuş olmasından dolayı kendisinin İsrail ordusuna sızmasından korkuluyordu.[9]

Savaş başladığında Nazilerin Yahudiler hakkındaki politikaları değişiklik göstermiştir. Yahudilerden tamamen arınmış bir Avrupa arzulayan Naziler için Yahudileri sadece sürme fikri yeterli gelmemeye başlamıştı. Savaşın tüm kıtaya yayılmasıyla beraber Yahudi halkının belirli bir coğrafyaya yerleştirilmesi fikri konuşuluyordu. Bu noktada iki öneri daha çok öne çıkıyordu; Nisko Planı ve Madagaskar’a yerleştirme planı. “Nisko – Lublin” olarak bilinen plan, Nazi Almanyası’nın Polonya’yı işgal ve ilhak etmesinden sonra yürürlüğe konmuştu. Herrmann Seiffert’in Polonya’yı Yahudiler için küresel merkez ve genetik kökeninin potansiyel kaynağı olarak görmesinden sonra[10] Naziler Lublin’e Yahudileri çalışma kamplarına yerleştirmek üzere onlara “Yeni Bir Vatan” inşa etmeye başlamışlardı. (Tabii yine Yahudilerin emeğiyle…)

Planı uygulamaya koyanların başında o dönem Yahudi Göç Merkezi’nin başında olan failimiz Adolf Eichmann vardı. Eichmann deporta konu Yahudi bölgelerini Avusturya’ya kadar genişletmişti. Ocak 1940’ta Avusturya, Çekoslovakya ve Almanya’dan tahmini 78 bin Yahudi Lublin’e getirildi. Bu sayı Nisan ayında 95 bine çıkmıştı. Kendi inşa ettikleri kamplarda oldukça zor şartlarda yaşayan Yahudilerin bir kısmı dönem dönem çeşitli işlerde çalıştırılmak üzere sürülmüştü. Naziler eliyle yeni bir Yahudi vatanı(?) yaratılması saklı bir şey değildi, Aralık 1939’da Amerikan gazetesi The Spectator, bölgenin 1,945 milyon Yahudi’nin yaşaması için hazırlandığını aktarıyordu. Fransa’nın Naziler tarafından işgal edilmesinden sonra Yahudilere bir vatan yaratılması planı Fransa’nın sömürgesi olan Madagaskar’a yöneltilmişti. Planın başında yine Eichmann vardı. Düşünülen plana göre dört milyon Yahudi Avrupa’dan alınacaktı ve Afrika’nın güneyindeki adaya yerleştirilecekti.[11] Kağıt üzerinde bile içinde zorluklar barındıran planın savaş döneminde güçlü Britanya donanması göz önüne alınırsa uygulanma ihtimali oldukça zayıftı. Süreç içinde Naziler bu plandan vazgeçtiklerinde ellerinde mahkum kalmış Yahudi ulusuna ne olacağına dair tek bir ihtimal kalıyordu…
Sahne 3: Trajedi Artık Sahnede: Modern Dünyanın En Büyük Soykırımı
” …Gelgelelim insanların farketmediği bir şey var: Küçük Hans Conhn’u karşıdan ateş edip öldürmek, birini kapı dışarı etmekten çok daha büyük bir suç!”[12]

22 Haziran 1941’de Naziler Sovyetler’e savaş ilan ettikten altı yedi hafta sonra Eichmann, Heydrich’in Berlin’deki bürosuna çağrıldı. Eichmann çağrılmadan önce Heydrich, Göring’den “Yahudi sorununa nihai çözümü hazırlamak ve uygulamaya koymak için … bir genel önerge” sunmakla görevlendirilmişti. Nazi ordusu doğuya ilerledikçe Yahudiler toplanıp öldürülüyor, toplama kamplarına gönderiliyordu. Barbarossa Harekatı’ndan üç ay sonra 3 Eylül 1941’de Yahudi Soykırımı, ilk kez masum Yahudi sivillerin gaz odalarında öldürülmesiyle başladı. Gaz odaları konusunda şöyle trajik bir detay vardı: Gaz odaları savaş öncesi ilk kez akıl hastaları ve çeşitli fiziksel hastalığı olan insanların imhası için kullanılmıştı. Alman halkı akıl hastalarının gaz odasıyla imha edilmesine somut tepki göstermişti. Oysa sıra Yahudileri gaz odalarında katletmeye gelince hiç kimse herhangi bir tepki göstermemiştir.[13]

Yahudilerin “Nihai Çözümünün” nasıl olacağına dair Heiydrich, Eichmann ve çeşitli hükümet görevlileri Berlin banliyölerinden Wannsee’de bir evde toplandılar. Tarihte “Wansee Toplantısı” olarak anılan toplantı bir buçuk saat sürdü. Toplantıda daha önce ghetto ve toplama kamplarında toplanmış olan Yahudilerin Ölüm Merkezlerine sevkiyatlar planlamıştır. Buna benzeyen çoğu görevde olduğu gibi bu görev de Eichmann’a verilmişti. Yahudilerin Ölüm Merkezlerine sevkiyatı düşünülenden daha kolay olmuştur. Elde edilen yeni topraklardaki Yahudiler suretle toplanarak gettolara koyulmuş, kollarına Yahudi olduklarını belli eden pazıbentler takılmış, en sonunda bir ölüm merkezine yollanmıştır. Nazi yönetiminin kuklası olan Yahudi Konseyi, Eichmann’ın talep ettiği sayıda Yahudi’nin ismini listelemiş, listeledikleri trenlere doldurulmuş, kaçan ya da saklanan bir avuç Yahudi de yine Yahudilerden oluşan polis teşkilatı tarafından yakalanarak Nazilere teslim edilmiştir.

Eichmann, katliam merkezlerinin başında olmadı, işlenen suçların çoğuna da şahit olmamıştı. Bu yüzden pişman olduğu en somut olayın Yahudi bir gence tokat atması olması gayet doğaldı. Zira Eichmann, Yahudilerin gaz odalarında infaz edilmesiyle karşılaştığında hissettiği duyguları “Bakmadım, bakamadım; burama kadar gelmişti. Çığlıklar ve… altüst olmuştum ve daha neler neler… Müller’e hazırladığım raporda bunlardan da bahsettim ama Müller raporumdan pek faydalanmadı.[14] şeklinde ifade edecekti. Eichmann’ın yazdığı rapordan bir sonuç alacağına inanması hiç de çelişkili değildir. Eichmann, duruşmalar sırasında işi bir “Prusya disipliniyle” yapanları iyi anarken Himmler gibi bazı isimleri eleştirmiştir.[15] Belki de suçluluk hissine sahip olmamasının biricik sebebi işini iyi yaptığına dair olan inancıydı…

Eichmann’ı bir kenara bırakıp tüm Nazi mekanizmasının tüm bunlar olurken nasıl bir ahlaki motivasyona sahip olduğunu düşünürsek tüm olanları daha iyi anlayabiliriz; Nazi rejiminin Propaganda Bakanı Goebbels “Ya gelmiş geçmiş en büyük devlet adamları ya da büyük suçlular olarak tarihe geçeceğiz.” diyerek Nazilerin bilincini çok iyi yansıtıyordu. Naziler dünyadaki tüm savaşları bitiren savaşın kazananı olacaklarına inanıyorlardı. Yaptıkları her şeyin kendilerinden sonra gelecek nesillere üstün bir ulus bırakmak için gerçekleştiğine inanıyorlardı. Böylece işledikleri akıl almaz suçlardan utanmak şöyle dursun, tarihin verdiği bu kutsal görevleri icra etmenin ağır sorumluluğunu hissediyorlardı. Nazi Almanyası doğu cephesinde başarıyla ilerlediği sürece birkaç istisna haricinde herkes böyle hissediyor, olanlara itiraz etmiyordu.

Bürokraside üstün göreve karşı ağır sorumluluk hakimken Alman halkında ise tüm olanları kanıksayan bir sessizlik hakimdi. Toplumsal muhalefet daha savaştan önce ortadan kaldırıldığından dolayı tepkiler tam anlamıyla ifade edilemiyordu. “Suskunluk Sarmalı” olarak adlandırılacak bu toplumsal ruh halinde insanlar rejime muarız fikirlerin sadece kendisine ait olduğunu düşünüyordu. İçine düştüğü fikrî yalnızlık, örgütlenme kabiliyetini engelliyordu. Buna bağlı olarak katliam ve baskının hayatın rutininin dışında olduğunu unutmamak gerekiyor; Alman halkı, düşman birlikleri Alman sınırlarına doğru yürümesine kadar yaşanan katliam ve baskıyı mesele etmiyordu.

Adolf Hitler’ e karşı düzenlenip başarısızlıkla sonuçlanan 20 Temmuz 1944 Komplosu’nda önemli rol alan monarşi yanlısı Carl Frederich Goerdeler, yaylım ateşiyle çukurların içine yığılmış Yahudi bedenleri arasında sağ olanların üstüne toprak atılması hakkında bir SS raporunu okuyunca “1. Wilhelm’in şanlı ordusunu ne hale getirdiler!” diyerek tepki göstermiştir.[16] Bahsi geçen Goerdeler aynı zamanda eski Leipzig belediye başkanı olup titiz derecede muhafazakar bir politikacıydı. Nazileri iktidara gelir gelmez onları devirmek için çeşitli örgütlenmelere bile girmişti. Ne var ki Yahudiler hakkında çözüm önerisi Nazi hükümetinin katliam kararından önce düşündüğü politikalarla aynıydı. Goerdeler de Yahudilerin Kanada ve Güney Amerika’da Madagaskar gibi Avrupa’da uzakta bir eyalete yerleşmesini planlıyordu. Nazilerden farklı olarak Yahudiler kovulmayacaktı hatta askerlikte fedakarlık gösterip köklü aileden gelen Yahudilere vatandaşlık vermeye hazırdı. Hükümet destekçisi olup olmamasının Nazi Almanyası’nda herhangi biri için Yahudilerin Avrupa’da bir yeri yoktu. Tartışılan şey bunun nasıl olacağıydı. Ayrıca üst paragrafın sonunda bahsedildiği gibi mevcut yönetime karşı huzursuzluk ancak cephelerden başarısızlık gelmeye başlayınca konuşulur olmuştu. Karşı koymalar ise sol tamamıyla ezildiği için ya bireysel sessizliklerle tekil duruşlar ya da Nazilere aynı fikirleri paylaşmayan sağcılardan geliyordu.
Sonuç: Perdenin Kapanışı
“Çok yaşa Almanya! Çok yaşa Arjantin! Çok Yaşa Avusturya! Sizi unutmayacağım.”[17]

Savaş’ın kaybedileceği anlaşılınca Nazi bürokrasisi soykırıma ait tüm belgeleri imha etmekle meşguldü. Çabaları nafileydi. Çünkü hem SSCB ordusu hem de Müttefik kuvvetleri Nazi topraklarında ilerlerken toplama kamplarıyla karşılaşmışlardı. Kamplarla ilk karşılaşan Aralık 1944’te Polonya’ya giren Sovyet birlikleri olmuştu. Bir ay sonra Sovyet birlikleri katliamın simgesel merkezi olan Auschwitz toplama kampına girdiklerinde bulabildikleri, bir deri bir kemik kalmış esirler ve ölüler olmuştur. Nazi Almanyası’nın günden güne Berlin’e çekilip nihayetinde 7 Mayıs 1944’te tamamen teslim olduğu süre zarfı boyunca Müttefik kuvvetleri ve Sovyetler bir çok kampa girmiş, fotoğraf , filme alma yoluyla vahşetin her yönünü belgelemişlerdir. Nazi rejimi büyük bir çatırdamayla çökerken Eichmann Berlin’de kendisinin geleceği için düşünmeye başlamıştı. Geleceği için düşünürken Himmler’den aldığı bir emirle Berlin dışına çıktı. Savaşın tamamen bitimiyle Amerikalılar tarafından yakalanıp eski SS görevlilerden oluşan bir kampa atıldı. Gerçek kimliği belli olmasın diye ailesine mektup bile göndermedi. Bir süre ölü olduğuna inandırdı. Kasım 1945’te Nurenberg duruşmaları başlayınca kamptan kaçıp taşra bir yerde dört yıl yaşamını sürdürdü. 1950’de eski Nazilerin örgütü olan Odessa bağlantısıyla İtalya üzerinden Arjantin’e kaçtı. Eichmann’ın kişisel hayatında bunlar olurken hem dünyada hem de Almanya’da bir şeyler köklü olarak değişmeye başlamıştı. Değişen dünyanın köşesinin bir ucunda, Arjantin’de, “Richard Klement” adıyla fabrika işçisi olarak yaşamına devam ediyordu. Sosyal hayatı kendisi eski Nazi olan insanlarla beraber geçiyordu. Artık geçmiş hayatı geride kalmıştı. Yine de Eichmann’ın geçmişine tamamen sünger çektiğini söylemek yanlış olacaktır. Çünkü İsrail Gizli Servisi tarafından kaçırıldığında oldukça sakindi. Eichmann’ın 11 Mayıs 1960’ta İsrail tarafından alıkonulması dünya kamuoyu için de dönüm noktası olmuştu. Eichmann’ın kaçırılmasını hukuksuzluk olarak görenler vardı. Birleşmiş Milletler bizzat Eichmann’ın Batı Almanya’da yargılanmasını istiyordu. Mamafih İsrail buna hiç yanaşacak değildi. İsrail Cumhurbaşkanı Ben Gurion “Esirimizi bırakmaya hiç niyetimiz yok.” diyerek kesin kararı bildirecekti.

Yaklaşık iki yıl süren duruşma sonrası Eichmann, katliamda rolü olmasa da katliama sebep olan emir-komuta zincirinde görev aldığı ve SS üyesi olduğu için idama mahkum edildi. 1 Haziran 1962 tarihinde idam edilmeden önce kendisine sağlanan Katolik papazı, deist olduğunu belirterek reddetti. İdamdan kısa zaman önce “Çok yaşa Almanya! Çok yaşa Arjantin! Çok Yaşa Avusturya! Sizi unutmayacağım.” diye adeta tören coşkusuyla bağırdı. Suçluluk hissetmiyordu, avukatıyla kendisinin beyanatına göre hissettiği tek duygu, Tanrı’ya olan vicdan azabıydı.
Eğer bu yazı bir film olsaydı kötü adamlar öldürüldükten sonra biterdi. Ancak tarih bize göstermiştir ki kötü adamlar “gerekli” oldukça asla ortadan kaldırılmazlar. Bunun en bariz, somut örneği Irk Kanunlarının hukuki gerekçelerini oluşturan, Yahudileri toplumdan tam anlamıyla ayrıştırmak için onlara “İsrail, Eva” gibi isimler verilmesini sağlayan Hans Globcke’nin savaş sonrası giderek artan siyasi varlığıdır. Globcke işgal sırasında İngilizlere sığınmış, ardından Nurenberg Mahkemelerinde tanıklık yapmıştır. Nazizm’in tam anlamıyla yok edilmesi sürecinde rol alan Globcke, 1950-53 tarihleri arasında hükümetin özel kalemi makamında bulunmuştur. Bu görevlerle beraber Nazi bürokrasisinde bulunan başka isimlerin de olduğu CIA bünyesinde kurulmuş olan istihbarat örgütü Gehlen’in de üyesi olacaktır. Gehlen örgütünün daha sonra şimdiki Alman istihbarat servisine dönüşecek olması Nazilerin tam anlamıyla Avrupa siyasetinden çekilip çekilmediğine dair önemli bir soru taşımaktadır. Halihazırda başlamış olan Soğuk Savaş esnasında Liberal-Kapitalist dünya Nazizm ideolojisini ortadan kaldırıp eski Nazileri Sovyetlere karşı kullanmak üzere himayesi altına alacaktır.
Nazizm’in Avrupa’daki parçalanmış kanlı mirası şöyle dursun, katliamın kurbanı olan Yahudi halkının tarihî seyri de oldukça dikkate değerdir. Savaşın sonunda BM’nin Yahudi devleti kurulmasına karar verilmesiyle ardından İngilizlerin Filistin bölgesinden çekilmesi akabinde 14 Mayıs 1948’de İsrail Devleti kurulmuştur. Yahudi devletinin kurulmasıyla beraber yerli Arap nüfus “Nekbe” adı verilen zorunlu göçe maruz kalmıştır. Kurulduğu andan itibaren militarist bir devlet olan İsrail, varlığının zuhur etmesinden başlayarak çevresindeki Arap ülkeleriyle sürekli çatışma içinde olmuştur. Coğrafyadaki gerginliğin bir sonucu olarak 5 Haziran 1967’de İsrail Devleti Arap komşularıyla altı gün savaşmıştır.

Kurulduğu tarihten bugüne bölgesini domine etmeyi hedefleyen İsrail Devleti, Filistin halkının yaşam hakkını yıldan yıla elinden almıştır. Geçen yıllar içinde milyonlarca Filistinli topraklarından koparılıp mülteci haline gelmiştir. Süregelen büyük saldırılarla beraber Filistin toprakları bölünerek kalan halk büyük kamplarda yaşamaya mecbur edilmiştir. İsrail’in Filistin topraklarını işgali sırasındaki orantısız şiddet kullanırkenki ana motivasyonu tüm dünyanın kabul ettiği en eski “kurban” olmalarıdır. Nitekim Hamas’ın saldırısıyla tekrar alevlenen Filistin sorununda İsrail’i hastane bombalarken bile başı dik kılan şey, sahip olduğu ekonomik güçle birlikte modern tarihin yaşadığı en büyük soykırımına maruz kalan halkın mensubu olmanın getirdiği öç alma hissidir. Görüldüğü gibi Eichmann’ın özel hayat hikayesi aslında günümüz hayatını oldukça etkilemiştir. Kendisinin doğumundan ölümüne dek modern dünya tamamen değişmiş, üstelik bu değişimde şahsi serencamının yadsınamayacak derecede etkisi olmuştur. İdam edilmesiyle birlikte biten hayatı sosyal bilimciler tarafından otoritenin elindeki normal bir memurun davranış haritasını çıkarmak için kullanılan maymuncuk haline gelmiştir. Bu yazıda ise onun şahsi hayatı üzerinden modern dünyayı her yönden değiştiren Nazi Almanyası’nın içeriden bir tahlili amaçlanmıştır. Düşünülmektedir ki Nazi Almanyası ne kadar iyi incelenirse bugünün Batı dünyası daha iyi anlaşılacaktır.

[1] Hannah Arendt, Kötülüğün Sıradanlığı,sayfa 22, Metis yayınevi, Ocak 2021.

[2] https://encyclopedia.ushmm.org/content/en/article/germany-jewish- population-in-1933.

[3] Dr. Cengiz Mutlu, Balkan Savaşları’ndan Sonra Selanik Musevileri (1912-1943), History Studies: International Journal of History 5, 6 (2013): 71-88.

[4] Hannah Arendt, a.g.e, sayfa 50, Metis Yayınevi, Ocak 2021.

[5] Hannah Arendt, a.g.e, sayfa 42, Metis Yayınevi, Ocak 2021.

[6] Yazı boyunca mezkur servis “SD ” olarak geçecektir.

[7] Kaynak: https://blog.nli.org.il/en/eichmann_secret_visit/ 

[8] Hannah Arendt, a.g.e , sayfa 72 , Metis Yayınevi, Ocak 2021

[9] ] ” On the taped-together yellowed document, dated October 20, 1947, it is written that because of Eichmann’s “vast experience” while working in the Nazis’ Jewish department, the Shay pre-state military intelligence division of the Haganah feared he would attempt to infiltrate Israel and pass himself off as a Jew.” Kaynak: https://www.timesofisrael.com/secret-file-reveals-haganah-feared-eichmann-infiltration-post-wwii/

[10] ] “…After Herrmann Seiffert described it as the center of Jewish worldwide power and source of their genetic potential.[12] After Nazi Germany had defeated Poland in September 1939 and partitioned her with the Soviet Union, the Lublin area became part of the Generalgouvernement headed by Hans Frank

Kaynak: https://kehilalinks.jewishgen.org/lublin/Nisko_Plan.html 

[11] Hannah Arendt, a.g.e, sayfa 86, Metis Yayınevi, Ocak 2021.

[12] Hannah Arendt, a.g.e, sayfa 141, Metis Yayınevi, Ocak 2021.

[13] Hannah Arendt, a.g.e, sayfa 118, Metis Yayınevi, Ocak 2021.

[14] Hannah Arendt, a.g.e, sayfa 96, Metis Yayınevi, Ocak 2021.

[15]  Hannah Arendt, a.g.e, sayfa 79, Metis Yayınevi, Ocak 2021.

[16] Hannah Arendt, a.g.e , sayfa 109 ,Metis Yayınevi, Ocak 2021

[17] Adolf Eichmann’ın ölmeden önce son sözleri, a.g.e, sayfa 258, Metis Yayınevi, Ocak 2021


*İlk kez Fikirtepe Agora Bülteni‘ninde yayımlanmıştır.

*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.

Visited 192 times, 1 visit(s) today

Close