Milliyetçilik teorileri çalışmalarının ünlü ve kurucu isimlerinden Anthony Smith, “1970’lere kadar milliyetçilik çalışmaları üç perspektiften incelenmiştir” demektedir. Bunlar, “tarihsel ve sosyolojik perspektif; antropolojik ve politik perspektif; etik ve felsefi perspektiftir. Gerçekten de Türk düşünce tarihi içinde milliyetçilik fikri bu üç eksen arasındaki tartışmalardan doğmuştur. Bana göre Ziya Gökalp, tarihsel ve sosyolojik perspektifin öncüsüyken Yusuf Akçura, antropolojik ve politik perspektifin öncüsüdür. Bunlar dışında, Türk düşünce tarihinde bir isim daha vardır ki milliyetçiliği ilk kez etik ve felsefi nazardan incelemiştir: Mehmet İzzet.
Mehmet İzzet’in milliyetçilik teorileri arasından görüşlerini incelemeye geçmeden önce kısaca milliyetçilik teorileri nedir, izah edelim. Millet ve milliyetçilik ne zaman doğmuştur? Bunları birbirinden ve ulus devletten bağımsız düşünmek mümkün müdür? Millet inşa edilen “yapay” bir yapı mıdır yoksa tarihin her döneminde bulunabilecek olan “doğal” bir olgu mudur? Milliyetçilik teorileri araştırmalarını doğuran bu gibi sorulara verilen yanıtlar bir yanda milleti ve milliyetçiliği tarihin en derin köklerinde dahi bulabilen ilkçi (primordialist) anlayış, diğer yanda sanki her olguyu ilk kez kendileri keşfetmiş gibi davranan modernist düşünce arasında farklılaşmaktadır. Elbette sosyal bilimlerdeki hemen hemen her mevzuda olduğu gibi bu konuda da ara yolu ya da sentezi savunan bir yaklaşım mevcut olup onlar da etno-sembolist olarak adlandırılmaktadır. Etnosembolistlere göre modern dönemden önce milletler, “ethnie” olarak mevcuttur ancak milliyetçilik yapacak seviyede milletler ancak modern dönemde oluşmuştur. Kabaca yapılan bu tasnife rağmen ne ilkçiler yeknasak bir görünüş arz eder ne de modernistler. Millet ve milliyetçiliği birbirinden ayırarak millete bir tür ezelilik atfeden ve fakat milliyetçiliği modern çağ ile başlatan ilkçiler olduğu gibi, bu iki olguyu bütün olarak görüp her ikisini de tarihin herhangi bir döneminde görülebileceğini belirten ilkçiler de mevcuttur. Modernistlere gelince, onlar millet ve milliyetçiliğin ancak modern çağda bulunabilecek bir olgu olduğu konusunda hemfikirdir, onlar için asıl tartışma konusu milliyetçiliğin modernite sonrası ortaya çıkış şartlarını, yerini ve tarihini isabetle tayin edebilmektir.
Her ne kadar bugün hakim milliyetçi görüş primordialist anlayışa yakınsa da Türk milliyetçiliğinin öncü düşünürleri Ziya Gökalp ve Yusuf Akçura modernist görüşün savunucularıydı. Daha baştan belirtmek gerekir ki yazıda anlatılmaya çalışılacak Mehmet İzzet de modernist görüşün destekçileri arasındadır. Bu kısa izahtan sonra Mehmet İzzet kimdir ve Türk düşünce tarihinde milliyetçilik teorileri açısından nerede konumlanmaktadır, bunu inceleyelim.
Felsefeyi İstanbul Darülfünun’a ilk sokan düşünürlerden biri olduğu düşünülen Mehmet İzzet, 1891 yılında İstanbul’da doğmuş, oldukça genç bir yaşta 39’unda hayata veda etmiştir. Üniversite eğitimini ilk olarak Darülfünun’da Hukuk Fakültesi’nde almakla beraber, ardından Sorbonne Üniversitesi’nde felsefe eğitimi de görmüştür (Açıkgöz 2018). Çok yönlü felsefi ve bilimsel alakasıyla dikkat çeken İzzet, bir yandan Gökalpçı duruşuyla bilinirken (H. İnalcık 2016, 187) öte yandan onun eleştirel bir tamamlayıcısı olarak bilinir. Hatta biraz sonra ele alınacak olan Milliyet Nazariyeleri ve Millî Hayat adlı eseri derleyen Yahya Kemal Taştan’ın Ön Söz’de belirttiği üzere Ziya Gökalp’ın düşüncelerine bir cevaptır. Kendisini Fransız felsefesiyle sınırlamayan, Almanca öğrenecek denli Alman felsefesine de merak salan İzzet’in, Gökalp’tan ayrılan yönü, toplumun birey üzerindeki etkisini kabul etmekle beraber bireyin kendisinin de etkin bir fail olduğunu kabul etmesidir (Çubukcu 1986, 66). Bu yönüyle Mehmet İzzet’i Türk sosyologlar arasında Ziya Gökalp ve Prens Sabahattin ile birlikte kurucu bir düşünür olarak da ele almak mümkündür (Köktürk 2013, 61). Ziya Gökalp’in Fransız, Prens Sabahattin’in İngiliz ekolüyle olan yakınlığı göz önüne alındığında Mehmet İzzet’in Alman romantizmiyle olan yakınlığı bu görüşü haklı çıkarabilir. Nitekim İzzet, Kant’ın “Pratik Aklın Eleştirisi” adlı kitabını Türkçeye çevirecek denli Alman felsefesini ve düşüncesini takip etmiştir (Köktürk 2013, 60).
Mehmet İzzet’i daha iyi anlayabilmek için sık karşılanan bir anekdota yer vermek yararlı olabilir. Anlatılan odur ki, Akçura Mehmet İzzet ile karşılaştığında hangi konuyla alakadar olduğunu sormuş, genç Mehmet felsefe cevabını verince Akçura, “bize feylesof değil, demirciler gerekli” yanıtını vermiştir. Mehmet İzzet’in kısa yaşantısında bu öğüde pek kulak verdiği söylenemez. Bu anlatı Yusuf Akçura’yı Türk düşüncesinin realisti ve pratikçi düşünürü olarak nitelendiren Dural’ı haklı çıkarmaktadır. Dural idealist çizgiye de Gökalp’ı yerleştirmektedir (Dural 2019), Gökalp-Akçura kıyaslamasıyla sınırlı kaldığında pekala kabul edilebilir tasniflemedir fakat Ülken’e bakılacak olursa Gökalp-Mehmet İzzet kıyaslaması yapıldığında Gökalp, Akçura’nın yerini alırken Mehmet İzzet de Gökalp’ın yerini almaktadır. Ülken’e göre Mehmet İzzet’in farkı “ondan öncekilerin siyasi tefekkür ve içtimai reform sahasında yaptıklarını asıl fikir ve felsefe sahasına nakletmesi oldu (H. Z. Ülken 2018, 360). Anlaşılıyor ki İzzet, bir filozofa yakışır soğukkanlılığı, sabrı ve eleştirel düşünce yeteneğiyle modern Türk düşüncesinde hakim olan hızlı modernleşme hamleleri için alarm duygusuyla hareket etme, reforma ve pratiğe dayalı düşünceler üretmeye mesafeli durmuştur. Okumuş olduğu okulların etkisiyle metodolojisi ve kişiliği itibarıyla dogmatizmi benimsememiş olan İzzet, Baldwin ve Croce gibi isimlerden doğrudan etkilenmiştir (Akkuş 2020, 83). Ülken’e göre bu amaca yönelmesindeki en temel sebep pragmatizm ve Bergsonizm felsefesine karşı Kantçı felsefeyi diriltme çabasıdır (H. Z. Ülken 2017, 644-645).
Milliyetçilik teorileri konusuna dönülecek olursa, o açıdan Mehmet İzzet’in hayatında ilk dikkat çekici olay Ernest Renan’ın ünlü konferansından kitaplaşan çalışmayı ilk kez Türkçeyi çeviren isim olmasıdır. Renan’ın eserinin doğrudan çevirisi “Millet Nedir?” iken İzzet’in bunu “Bir Millet Bir Büyük Manevi Tesanüttür” olarak çevirmesi de İzzet’in milliyetçilik görüşleri hakkında çok şey söylemektedir (Akkuş 2020, 79). Ancak buraya geçmeden önce net bir şekilde söylemek gerekir ki İzzet, Akçura ve Gökalp gibi hatta daha sonradan görülecek düşünürler gibi kafa karışıklığı yaşamaksızın Renan’cı (H. Z. Ülken 2017, 649) bir bakış açısıyla milletin ancak modern bir olgu olduğunu ifade etmektedir (İzzet 2018, 97). İzzet’in bir başka dikkat çekici yönü, “Milliyet Nazariyeleri ve Millî Hayat” adlı özgün eserinde, çağdaş milliyetçilik teorileri çalışmalarında yapıldığı üzere millet ve milliyetçiliği modern döneme ait olarak gören düşünürlerle ezelî ve doğal gören düşünürleri birbirinden ayırmasıdır. Esere göz ucuyla bakıldığında dahi İzzet’in, millet ve milliyetçilik konusuna dair yazılmış eserleri dikkatle incelemiş olduğu gözükür. İzzet’in kaynakçasına bakıldığında Engels ve Marks’tan Fichte’ye, Rousseau’dan Simmel’e, Kautsky’den List’e birçok düşünürün görüşlerinden haberdar olduğu anlaşılmaktadır. Kaldı ki kitabın başlığı dahi İzzet’in milliyetçilik teorileri hususundaki ehemmiyetini gözler önüne sermektedir.
İzzet’in kitabı yazmadaki amaçlarından biri milliyetçiliğin, duygusal yönlerden arınarak değerlendirilmesi gerektiğine inanmasıdır. İzzet, Milletin Leyla gibi sevilmesi için bizim Mecnun olmamız şart değildir (İzzet 2018, 80) diyerek bu düşüncesini aktarmaktadır. Şairane sözler bir yönüyle de milliyetçiliği böylesi bir ilgi alanı olarak görenlere eleştiridir. Mehmet İzzet’in, Türkiye’de milliyetçilik hakkındaki yaklaşımlara yönelik bir başka eleştirisi, milliyetçiliğin yalnızca araçsal, pragmatik olarak görülmesi ve sadece zor zamanlarda devlet adamlarının sığındığı bir pratik olduğuna yöneliktir. Bu hususta, milliyetçiliği “manevi mikrop” olarak nitelendiren ve onu Osmanlılığın menfaatinde istihdam etmeyi öneren Gökalp’ı doğrudan hedef almaktan çekinmez. İzzet, milliyetçiliğe siyasi bir bakışla yaklaşılmaması gerektiğini söyledikten sonra onun beşerî kıymetlere nazaran (İzzet 2018, 81) değerlendirmesi icap ettiğini ifade etmektedir. Bunun çok kolay olmadığını kabul eden İzzet, Auerbach ve Rose isimlerine müracaat ederek milliyetçiliğin metafiziksel bir mesele olduğunu söylemektedir. Kaynağını metafizikten alan İzzet de Gökalp gibi milliyetçiliği “mefkure” kavramından bağımsız görmemektedir. Böylelikle “milliyetçilik mefkuresinin”, bireyden kayıtsız şartsız fedakarlık ve itaat beklediğini söyleyerek onun “mukaddesliğine” atıf yapmaktadır (İzzet 2018, 83). İzzet’in mefkure-mukaddes bağlantısı, milliyetçiliği dine yaklaştırmada bir ara yol olma özelliği sergilemektedir ki bu tutum bazen açık bazen örtülü şekilde erken dönem Cumhuriyet düşünürlerinde gözükmektedir.
Eserinin mukaddime bölümünde anlatılan görüşleri dile getiren İzzet, Medhal bölümünde ilgi çekici başlıkları bir araya toplamıştır: Millet, Devlet, Hânedan ve Demokrasi. Bu kavramlar milliyetçilik teorisine girişenlerin incelemeden geçemeyeceği türden kavramlardır. İzzet öncelikle milletin etimolojik köklerini sorgular, millet ve milliyet kelimelerinin eskiden beri Arapçada kullanıldığını söylese de ona atfedilen anlamın oldukça modern olduğunu belirtir. Modern anlamıyla milletin, Batı dillerinde Nation ve Nationalite olarak ortaya çıktığını söyler. Kavram karışıklığını gidermek için Johannet’e atıf verir: millet inkişaf eylemiş milliyettir. Milliyet ise tohum halinde bir millettir (İzzet 2018, 85).Gökalp’ın kavme, etnik kökene verdiği manayı Nationalite’ye vererek bir nevi etno-sembolist görüşe kapı aralamaktadır. Aynı zamanda Mehmet İzzet, vatandaşlık tartışmalarının da farkındadır, ona göre milliyetin millet haline gelebilmesi için siyasi bir organizasyona ihtiyacı vardır, bu açıdan millet, devlet kavramıyla özdeşleşir. Ancak millet kavramının siyasetle sınırlandırılamayacağını düşünen Mehmet İzzet, ulus devletin, millî hayatın ancak unsurlarından biri olduğunu düşünür ve millet hayatının devlet hayatından ibaret olmadığını söyler (İzzet 2018, 87). Bu görüşüyle modernist milliyetçilerin siyaset merkezli yorumlarına mesafe koyar.
Bundan sonra tam da milliyetçilik teorileri perspektifine yaklaşan bir sorgulamaya girişen düşünür, milletin ve millî hissin hangi dönemlerde ortaya çıktığını sorgular. Baldwin’den mülhem ve yine Durkheimcı Gökalp’ı hatırlatır şekilde toplum tarihini üç aşamada değerlendirir: aşiret, imparatorluk ve millet dönemleri. İzzet’in peşinde olduğu soru bu üç dönemde de milliyetçilik mevcut mudur sorusudur. Bu soruyla beraber İzzet, Baldwin’ci metodu kullanmaya başlıyor. Kendi fikirlerinden ziyade büyük oranda eleştiriyi esas alıyor (H. Z. Ülken 2017, 649). Döneminin hemen hemen bütün milliyetçilik yaklaşımlarını ve bu yaklaşımları savunan düşünürleri tek tek sayarak hatta doğrudan eserlerine atıf vererek tenkit ediyor. Bir yönüyle sokratik diyalektik yöntemi (Bayraktar 2018, 439) uygulayan Türk filozof ilmî etikten taviz vermiyor. Bu meyanda ilk olarak Johannet ve Zangwill adlı iki düşünürü ele alıyor. Bu iki düşünürün ortak özelliği milliyetçiliği modernite öncesinden beri var olduğunu düşünmeleri. İzzet’in aktardığına göre Zangwill’in temel tezi, millet kavramının, İbranice goyim kelimesiyle Eski Ahit’te 500 kere geçtiği, dolayısıyla milletin Yahudilerin ortaya çıktığı andan beri varolduğu iddiasıdır. İzzet bu düşünceyi “bir kelimenin eski olması o kelimeye bugün verilen mananın ve bilhassa ehemmiyetin de eski olmasını istilzam etmez” (İzzet 2018, 59) diyerek oldukça çarpıcı bir eleştiri getiriyor. Bu cevapla sadece Zangwill’e değil, millet kavramının Türkçede de eski olmasından hareketle eskiden beri milletin var olduğunu düşünenlere de cevap vermiş oluyor. Ardından Johannet’in milliyetçiliğin ilk çağlardan beri vatanseverlik olarak var olduğunu dile getirmesini eleştiriyor. İzzet’e göre eski çağlarda görülen vatanseverlik hanedanlara gösterilen bağlılıktan ibarettir. Çünkü toprak yalnızca hükümdar ailesine ait kabul edildiği için onun hükümran olduğu yerleri sevmek yalnızca hükümdara bağlılığın bir ifadesidir. Aynı zamanda Ortaçağ’da memleket denildiğinde anlaşılan şey kendi yaşadığı yer ve komşularından ibarettir. Bu vesileyle demokrasi düşüncesinin kapısını aralayan İzzet, milliyet fikrinin ancak cumhuriyet ve demokrasiyle eş anlamlı doğabileceğini ifade etmektedir. Zira milliyetçilik bir anlamda hanedana karşı, milletin çıkarlarını korumayı ve savunmayı gerektirir. Açıkça On dokuzuncu asırda milliyet fikri siyasi hürriyet ve demokrasi fikriyle müttefiktir (İzzet 2018, 97) dedikten sonra Macarların, Çeklerin, Almanların ve İngilizlerin ancak seçimlerde oy kullanmayla beraber millet mertebesine yükseldiğini söylemektedir. Renan’ı hatırlatır şekilde her bireyin seçimler vasıtasıyla milletle olan bağını göstermek için rey vermesinin önemini de dile getirmiş oluyor. Böylesi bir ifadeyle şahsi hürriyetlerin olmaksızın, milletin ve milliyet fikrinin olamayacağını da söylüyor. Kaldı ki Lavisse’nin cümlelerini tekrarlayan İzzet, modern çağdan önce milletin mevcut olmadığını net bir şekilde ifade ediyor (İzzet 2018, 97). Aslına bakılırsa Mehmet İzzet, Mukaddime ve Medhal kısmında makalenin konusuyla alakalı odaklanılması gereken bütün malzemeleri veriyor. Hiç şüpheye meydan bırakmayacak şekilde milliyetçiliğin hatta milletin modern dönemden önce var olmadığını düşündüğünü gösteriyor. Yine de modernist milliyetçi teorilerden ve çağdaşı olan düşünürlerden farklı olarak milliyetçiliğin maddi unsurlara; ırka, coğrafyaya, iktisada indirgenemeyeceği gibi manevi unsurlara; lisana, millî seciyeye, örf ve âdetlere ve nihayetinde kültür ve medeniyete indirgenemeyeceğini, bunların hiçbiriyle açıklanamayacağını belirtiyor. Milliyetçiliği “vaki” yani mevcut bulunan herhangi bir olgu olarak görmeyip “mefkure” yani sürekli gelişen bir ideal olarak görüyor. Nihayetinde milliyetçilik mefkuresini dinden çok da ayıramayan İzzet, milliyetçiliğin dinî duygunun azalışıyla beraber ortaya çıktığını, bir nevi onun yerini doldurduğunu (Öz 2018, 67) söylemekten geri durmuyor.
Başvurular
Açıkgöz, Halil. «Mehmet İzzet.» Milliyet Nazariyeleri ve Milli Hayat içinde, 21-36. İstanbul: Ötüken Yayınları, 2018.
Akkuş, Mehmet Ali. «The ideal or action: Mehmet İzzet Bey in the development of the idea of nationalism in Turkey.» Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara: Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2020.
Bayraktar, Levent. «Mehmet İzzet Düşüncesinde İnsaniyete Açılan Pencere: Milliyet.» Milliyet Nazariyeleri ve Milli Hayat içinde, 434-440. İstanbul: Ötüken Yayınları, 2018.
Çubukcu, İbrahim Agah. Türk Düşünce Tarihinde Felsefe Hareketleri. Ankara: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, 1986.
Dural, Baran. «GÖKALP- AKÇURA DİKOTOMİSİ ÜZERİNDEN TÜRK DÜŞÜNCE TARİHİNDE “KARIŞTIR- BARIŞTIRCI” ZİHNİYETİN İFLASI.» Türk Yurdu, 2019.
İnalcık, Halili. Atatürk ve Demokratik Türkiye. İstanbul: Kırmızı Kitap Yayınları, 2016.
İzzet, Mehmet. Milliyet Nazariyeleri ve Milli Hayat. Çeviren Erol Kılınç. İstanbul: Ötüken Yayınları, 2018.
Köktürk, Gökhan V. Türk Sosyolojisinde Metodolojik Değişmeler (1980-2013). İstanbul: Doğu Kitabevi Yayınları, 2013.
Öz, Cavit Orhan. «Milliyet Nazariyeleri ve Milli Hayat.» Milliyet Nazariyeleri ve Milli Hayat içinde, 65-72. İstanbul: Ötüken, 2018.
Ülken, H. Ziya. «Filozof İzzet.» Milliyet Nazariyeleri ve Milli Hayat içinde, 359-360. İstanbul: Ötüken Yayınları, 2018.
Ülken, Hilmi Ziya. Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi. İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları, 2017.
*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.